Suriye belirsizliği en çok bizi etkiliyor

A -
A +

Televizyon ekranlarına yansıyan vahşet görüntülerine rağmen Batı dünyasının Suriye'ye müdahale etmemesini sadece ABD'de Kasım ayında başkanlık seçimi yapılacak olmasına bağlayanlar büyük bir yanılgı içindeler. Sanki seçimden sonra Washington yönetimi Esad'ı devirmek için derhal düğmeye mi basacak? Hiç sanmıyorum. Hadi bugünküne nazaran daha aktif bir Suriye siyaseti izlemeye başladı diyelim, Obama'nın gücü Esad'ı indirmeye yetecek mi? Bu soruya da kesin bir evet cevabı vermek imkânsız. Türkiye'yi çaresizlik içinde bırakan Suriye meselesi öyle kolay kolay çözüleceğe benzemiyor. ABD ve Rusya arasında bir uzlaşma olmadıkça, güney komşumuzdaki çalkantı uzunca bir süre devam edecek. Kış kapıda. Sayıları 100.000'e yaklaşan mültecilerin barınma, iaşe ve güvenlik problemlerinin yanına bir de ısınma konusu eklenecek. Dışişleri Bakanı'nın Türkiye'nin mülteciler için 300 milyon dolar harcadığını söylemesinin üzerinden bir ay geçti. Harcanan para her gün artıyor. Ne Birleşmiş Milletler ne de gelişmiş Batı ülkeleri Türkiye'nin beklentilerini karşılayacak miktarda insani yardım yapıyorlar. Elbette Türkiye bu biçare insanlara kapısını kapatacak değil. Osmanlı'dan bu yana devlet geleneğimizde bu yok. Ama bugünkünün iki katına çıkması halinde bu mültecileri nasıl barındıracağımıza dair parlak bir fikir de yok. Genelkurmay'ın raporuyla Suriye tarafından düşürüldüğü kesinleşen jet uçağıyla ilgili Türkiye'nin tavrının ne olacağı hâlâ belirsizliğini koruyor. Türkiye diplomatik ilişkilerini fiilen kestiği Suriye'den tazminat ister mi? İstese, Esad öder mi? Akçakale'ye düşen havan mermileri için Şam'a nota veren Ankara, bu türden olaylar tekerrür etse, nota vermenin ötesine geçecek bir adım atabilir mi? Dışişleri Bakanı'nın geçen hafta dış basına verdiği demeçte üstü kapalı olarak dikkat çektiği savaş riski büyüyor. Türkiye bir yandan PKK belasıyla uğraşırken, diğer yandan Suriye ile stratejik hedefi tam olarak tayin edilmemiş bir sıcak çatışmaya tek başına girer mi? Bu sorulara cevap vermek çok güç. Ankara'nın Suriye meselesindeki çaresizliğinin en büyük delili, bir yılı aşkın süredir taraf olunan tüm platformlarda öncelikli madde olarak gündeme getirilen bu konuda, dünyadaki hiçbir ülkeden elle tutulur, somut bir yardım alınamamış olmasıdır. Resmî düzeyde itiraf etmekte zorlansalar da, diplomatlarımız Suriye meselesinin Türkiye'nin son beş yılda bölgede elde etmiş olduğu kazanımları büyük ölçüde ortadan kaldırdığının farkındadırlar. Suriye konusu, zaten soğumaya başlayan Türkiye-Irak ilişkilerini iyice germiştir. İran'la zoraki balayı, Suriye'ye farklı bakış açıları sebebiyle sona ermiştir. Enerji açısından bağımlı olduğumuz bir diğer ülke olan Rusya ile ilişkilerimiz, Esad rejimi yüzünden gerilmiştir. Geçen yıla kadar Arap dünyasında popüler olan "Türk modeli" tartışması, Suriye kriziyle birlikte cazibesini kaybetmeye başlamıştır. Dahası bu kriz Türk ekonomisini de derinden etkilemiştir. Suriye pazarı Türk ihracatçısına kapandığı gibi, bu ülke üzerinden mal taşımak da mümkün olmadığından, daha maliyetli alternatif güzergâhlar geliştirilmeye çalışılmaktadır. Esad devrildikten sonra Suriye'ye ne olacağını tahmin etmek de zordur. İki ya da üç parçaya bölünmüş bir komşu ülke Türkiye için en az şimdiki kadar büyük güvenlik riskleri taşır. Hele bir de Suriye'nin "büyük Lübnan" haline gelmesi ve uzun yıllar sürecek bir iç savaş yaşanması söz konusu olursa Türkiye'nin güvenliği daha da ciddi bir sorunla karşı karşıya kalır. Suriye'yi üs haline getirmeye başlayan El Kaide'nin Türkiye'ye zarar vermesinin asıl önüne geçileceği ise kafa yormaya değer diğer bir konudur. Orta Doğu'da sınırların yeniden çizilmesine, bazı devletlerin bölünmesine, bazı rejimlerin yıkılmasına yol açabilecek bir bölgesel çatışma ihtimali de giderek büyümektedir. Körfez'de İran-Suudi Arabistan gerilimi had safhadadır. İsrail eli tetikte beklemektedir. Türkiye kendi iç meselesini bir an önce çözemezse, böyle bir jeopolitik depremden mutlaka etkilenecektir. Mevcut krizin daha da derinleşeceği öngörülürken, Türkiye'de yapılabilecek en vahim siyasi hata, dışişleri yönetiminin değiştirilmesi olacaktır. Her fani gibi Prof. Davutoğlu'nun da yanlışları vardır. Fakat fırtına devam ederken Hariciye gemisinin kaptanının değiştirilmesi, bölgeye Davutoğlu kadar vakıf olmayan bir ismin dışişleri bakanlığı koltuğuna oturtulması Türkiye'yi daha da zora sokabilir. Türkiye bu krizden çıkışın yollarını da Davutoğlu'yla aramalıdır. Elbette Prof. Davutoğlu'nun da, mimarı olduğu Suriye politikasını iyice tahlil etmesi, bugüne kadar hedeflerine niçin ulaşamadığını samimi biçimde sorgulaması ve gerekirse ani manevralarla Türkiye'yi daha rasyonel bir Suriye politikasına kavuşturması gerekir. AK Parti Kongresi sonrası Ankara'da kabine değişikliği söylentileri çoğalırken, tüm kabine değişse bile Hoca'nın koltuğunda kalması gerektiğini düşünüyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.