TARİHE NASIL İNANILIR?

A -
A +
Fransız İhtilali’nden sonra tarihi hep cumhuriyetçiler yazmıştır. Bu sebeple, romanlarda, filmlerde, hatta masallarda bile krallar zâlim; asiller kötüdür...
 
Tarihçilerin vardığı neticelerin farklı olması normaldir. Ama eğer tarih, ideolojilerin beslendiği bir kaynaksa; hele tarihi, yapanlar yazıyorsa, ortada ciddi bir problem vardır.
 
 
Tarih, olup bitenlerin bizzat kendisi değil; insanların hâfızalarında kalanların ifadesidir. İnsanlar çeşit çeşit; bakış açıları farklı farklı olunca; anlatılanların da birbirine benzememesi tabiîdir. Üstelik artık olup bitenleri aynen anlatan; ne işittiyse doğru-yalan süzgecine vurmadan yazan vakanüvis tarihçilerin devri geride kaldı. Şimdi tarihî hâdiseleri tefsir ve birbiriyle mukayese edebilen tarihçiler aranıyor.
Emîr Timur’u, bir resmî tarihçisi Yezdî’den; bir de Şam’ın istilasında bütün ailesini kaybeden İbni Arapşah’tan okuyun. Anlattıkları hadiseler üç aşağı beş yukarı aynıdır; ama vardıkları neticeler ve tabirleri bambaşkadır. Germenlere göre Kavimler Göçü, Latinlere göre Barbar İstilası’dır. Osmanlılara göre Yunan İsyanı, Rumlara göre bir Kurtuluş Savaşı’dır.
1905 Rus-Japon harbini kimin kazandığını anlamak zordur. Rus tarihçilerine bakarsanız harbi Rusya kazanmıştır; Japon tarihçilerine göre Japonlar. Üstelik biz bu harbde, Rusların aleyhinde olduğumuz için, Japonları tutmuştuk. Bu harbi tarihlerimize, Japonlar kazanmış gibi düştük. Demek ki tarihin tasviri, nerede durduğunuza göre değişebiliyor.
 
Dünya, cumhuriyetçilerin
 
Fransız İhtilâli’ni, “insanlığın büyük zaferi” diye vasıflandıran bir solcu tarihçi Albert Mathiez’den okumak var; bir de “insanlığın temeline atılan dinamit” olarak gören monarşist Albert Sorel’den. Tarihçiden, şahsiyetini, hüviyetini bir yana koyarak tarih anlatmasını beklemek doğru değildir. Tarihçinin muayyen bir devir ve ülkeye ait olmaması lâzım gelmez. Ama hiç değilse takıntılardan, saplantılardan, peşin hükümlerden kendisini arındırması, dürüst olması beklenir.
1789 Fransız İhtilâli’nin başlangıcı olan Bastille Baskını, bugün Fransa’da millî bayramdır. Ama despot iktidarın hürriyetinden mahrum ettiği vatanseverleri kurtarmak için girdikleri zindanda isyancıların 7 adi mahkûmdan başka kimseyi bulamadığını bilseler, acaba insanlar ihtilâl hakkında ne düşünürlerdi? Belki de Bastille’i bunun için yakıp yıktılar; hakikati tarihe gömdüler.
İhtilalden sonra tarihi hep cumhuriyetçiler yazdığı gibi; edebiyat ve medya da cumhuriyetçilerin elinde olduğu için, monarşi ve aristokrasi aleyhinde alabildiğince neşriyat yapılmıştır. Sadece tarih kitaplarında değil, romanlarda, filmlerde, hatta masallarda bile bütün krallar zâlim; asiller ise hep kötüdür. Öyle ki, kimse monarşi ve aristokrasinin hiç değilse sanat ve estetiğe büyük katkısından bahse cesaret edemez.
 
Dezenformasyon
 
Tarihçiler, buldukları deliller ışığında, müktesebatlarına göre konuşurlar. Vardıkları neticelerin farklı olması çok normaldir. Ama eğer tarih, ideolojilerin beslendiği bir kaynaksa ve tarihçiler de bunların milis koluna mensup ise; hele tarihi, yapanlar yazıyorsa, ortada ciddi bir problem var demektir. Bir tarafta dezenformasyon [Şunları öğrenebilirsiniz; şuradan uzak durun!]; öte tarafta "dezenfektasyon" [Bu şahıslar makbuldür, şunlar zararlıdır! Bu hâdiseler iyidir; şunlar kötü!].
Bu sebeple tarihî gerçeklere aykırı filmler yapılır, romanlar yazılır. Gerçeği bilenler dizlerini döver; bilmeyenler tarihi bu sanır. Ama film yapımcılarına, romancılara ne denebilir? Onlar da bunu böyle öğrenmiştir.
 
Tarih tenkidi
 
Çapraz okuma, elbette çok mühimdir. Ak diyenin karşısında kara diyen mutlaka vardır. Marifet, gerçek rengi bulabilmektir. Olup biteni iyi-kötü ayırmadan açıkça ortaya koymak lâzımdır.
Tarih tenkidi için, aklıselim ve ehliyet yanında, birtakım yardımcılara müracaat gerekir. Biraz Arapça ve Farsça bilmeden; İslâmiyet başta olmak üzere dinleri öğrenmeden Osmanlı tarihini bilmek de, anlamak da imkânsızdır.
Bizde tarihçilerin çoğu, yaptığı işi sevmemektedir ya da bezmiştir. Mekteplerde okutulan tarih, zaten tarihi sevdirmemek üzere tertiplenmiştir.
 
Spot
Eski moda
 
Asırlar boyunca siyasi husumet ve harpler sebebiyle ortaya çıkan “Türk Korkusu”, Avrupalı tarihçi ve yazarları dehşetli bir Türk imajı meydana getirmeye sevk etti. Bunu tabiî görmek lazımdır. Ama harpler azalınca, daha doğrusu Türkler askerî ve siyasî üstünlüğünü kaybedince bu imaj yerini merak ve hayranlığa bıraktı. Hatta sanatta Alla Turca modası doğdu. Giderek tepeden bakan ve küçümseyen bir edaya büründü.
Buna mukabil Doğu, aşağılık kompleksinin tesiriyle, Batılılardan ideolojik tarihçiliği devraldı. Bu tarz tarihçilik, Batı’yı acımasızca tasvir ederken [Siyonistler, Masonlar, tek dişi kalmış canavarlar vs.]; kendi tarihini de aynı merhametsizlikle yerden yere vurmayı sıradan görmüştür. Bu sebeple, bir asır boyunca, halka gösterilen, hatta tarihçilere öğretilen Osmanlı-Türk imajı ile hakikat arasında dağlar kadar fark vardır.
Ama bu tavır, insanlığın silkelendiği II. Cihan Harbi’nden sonra büyük ölçüde azaldı. Artık Garb, Şark’ı çok daha objektif görüyor ve araştırıyor. Bu, Doğu’nun ideolojik tarih yazıcılığına da müsbet tesir etti şüphesiz.
Ama Şark’ta hâlâ 1950 öncesi moda zihniyetin tesiriyle yazıp çizenler az değildir. Bunlar, vaktiyle adam yokluğunda iyi kötü bir itibar hâsıl edip, devrin siyaset anaforuna da angaje olduğu için, sözlerini ciddiye alanlar hâlâ çoktur. Ama suyu mecrasından yukarı akıtmak kimsenin iktidarında değildir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.