BİR GAFLETLER MANZUMESİ: BALKAN FÂCİASI

A -
A +
Beş asırlık vatan topraklarının elden çıkmasına sebep olan Balkan Harbi, tarihte emsaline az rastlanan bir gaflet ve hıyanet silsilesinin neticesidir.
 
 
1908 darbesi, hem Bulgaristan’ın istiklâline, hem de Avusturya’nın Bosna’yı ilhakına yol açtı. Bosna’nın ilhakı, İtalya’nın Libya ve Oniki Ada’ya taarruzuna cesaret verdi. Sultan Hamid’i tekrar tahta çıkarmasından korktukları Arnavutların silahlarını toplayıp Sırplara karşı müdafaasız bırakmaları, Arnavut isyanını doğurdu.
Bir yandan Libya harbi, bir yandan Arnavut isyanı ile meşgul iken, Balkan devletçikleri, Rumeli’de kalan son Osmanlı topraklarını paylaşmak üzere Rusya ve İtalya’nın kışkırtmasıyla harekete geçti. Libya’yı işgal eden İtalya, Bâbıâli’yi böylece sulha razı edebilmek emelindeydi.
Sultan Hamid, Balkan devletlerini dengede tutar; onların birbirine husumetini körüklerdi. Halbuki Balkan Hristiyanları arasındaki kilise ihtilafını çözmek üzere İttihatçıların çıkarttığı Kiliseler Kanunu adlı ahmaklık şaheseri, bu ittifakı kolaylaştırdı. Sultan Hamid, bilhassa Ruslara karşı bir tampon olarak gördüğü Bulgaristan’ı dizinin dibinde tutmaya ayrı bir ihtimam gösterir; prensini sık sık onore ederdi. İttihatçılar, bu politikayı sürdürmemiştir.
 
İmanı kadar eminmiş
 
İtalyanlar Libya’ya asker çıkardığı esnada, Sadrazam Hakkı Paşa, İstanbul'daki İtalyan generali Robilan ile kulüpte poker oynuyordu. Daha evvel İtalyanlar Libya’yı işgal için planladıkları askerî manevraya bizim gafil Roma ataşesi Ali Fuad Paşa’yı da çağırmışlar; istila ordusu kumandanı ile çıkarttığı resim gazetelerde neşredilmişti. İşte Libya’nın kaybı, nasıl Hakkı Paşa hükûmetinin affedilmez gafletinin eseri ise; Balkan fâciasında da Said ve Muhtar Paşa hükûmetlerinin gafleti rol oynamıştır.
Entrikadan başka şeye aklı kesmeyen Said Paşa, Fransa’nın ve Atina sefiri Galib Kemali Bey’in ikazlarına kulak asmayarak Balkan ittifakına inanmamış; Yunanistan’ı Bulgar ve Sırplardan ayırmak üzere Girit meselesinin halline yanaşmamıştı. Hâriciye Nâzırı Âsım Bey, 15 Temmuz’da mecliste “Balkanlardan imanım kadar eminim” diyerek eşsiz bir ahmaklık numunesi göstermiştir!
 
Harp isteriz!
 
Sırpların Avrupa’dan alıp da Bosna’dan geçiremediği topları, Selânik’ten geçirmesine müsaade ederek Sırbistan’ın silahlanmasına yardımcı olunmuştu. Üstelik Muhtar Paşa hükûmeti, Hâriciye Nâzırı Noradunkyan Efendi’ye, Balkan ittifakının mimarı Rusya’nın, ‘harp olmayacak’ yolundaki sahte teminatına inanıp, Rumeli’deki talimli 120 tabur askeri terhis ediverdi.
O günlerde hükûmet mekanizmasına tam manasıyla hâkim olamamaktan yakınan İttihatçılar, vatan, millet, din değil; iktidar derdinde oldukları için, hükûmeti müşkül vaziyete düşürmek üzere el altından propagandalar yapıyor; hatta Dârülfünun talebesini sokağa döküp (Midhat Paşa’nın 1878’de yaptığı gibi) “Harp isteriz” diye nümayiş yaptırdı; Sultanahmed Meyanı'nda miting tertipledi.
Bu arada ufukta gözüken harbe mâni olmak üzere Avrupa devletleri araya girip, Rumeli’de kendilerinin de dâhil olacağı bazı asayiş tedbirleri alınmasını teklif ettiler; ama mütereddid hükûmet lüzumsuz müzakerelerle vakit kaybedip, 13 Mart 1912’de Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan arasındaki Balkan ittifakına iyice imkân hazırladı. O tarihte zaten fiilen kaybedilmiş Girit hususunda taviz verilseydi, Yunanistan harbe girmez; facia önlenebilirdi.
O sırada Selânik’te sürgünde bulunan Sultan Hamid, Balkan ittifakına ve bunun haber alınamamasına hayret etmiş; harbi, kiliseler meselesinin halline bağlayarak, “Oradaki elçi ve ataşeler ne iş yapıyor?” diye sormaktan kendisini alamamıştır.
 
Kosova’nın rövanşı
 
8 Ekim’de Karadağ, Osmanlı Devleti’ne harp ilan etti. Ardından diğerleri, Bâbıâli’ye ültimatom vererek, Rumeli’nin unsurlara (milletlere) göre muhtar mıntıkalara ayrılmasını istediler. Bâbıâli cevap vermediği gibi; elçilerini sınır dışı etti. Bunlar da hemen harp ilan ettiler. Neticesi ne olursa olsun, toprak değişikliği olmayacağı, büyük devletlerce deklare edildi.
Balkan Harbi, Şark (Trakya) ve Garp (Makedonya ve Arnavutluk) olmak üzere iki cephede cereyan etti. Jön Türkler, Sultan Hamid taraftarı diye tecrübeli subayları ordudan atmış; yerine genç komitacıları yerleştirmişti. Subaylar arasında particilik had safhadaydı. İttihatçı Efe Kâzım’ın, silahını çekip; İttihatçı aleyhtarı kolordu kumandanı Kara Said Paşa’yı öldürmeye kalktığını Rahmi Apak hatıralarında yazıyor.
Ordunun iaşe ve teçhizatı eksikti. Ordu kumandanı Abdullah Paşa’nın yola çıkarken, düşmanla başa çıkılamayacağını söylediğini Mâbeyn Başkâtibi Fuad Bey anlatıyor.
 
Tek kurşun
 
Beklenen oldu. Türk ordusu iki cephede de çözüldü. Bulgarlar, Kırklareli’yi aldı. Sırplar da, asırlar önce iki defa yenildikleri Kosova sahrasında Türk ordusunu bozdular.  Yenipazar, Üsküp, Manastır, Debre, Tiran düştü. Ordu merkezi bulunan Selânik’in İttihatçı valisi Tahsin Paşa, tek kurşun atmadan koca şehri ve koca kolorduyu -rüşvet aldığı söylenen- Yunanlılara teslim etti. Bütün Ege adaları işgal edildi.
Rumeli askeri, işgal mıntıkasında kalan ailelerinin endişesiyle firar etti. Kasım 1912’de Türkler her cephede mağluptu. Sadece Edirne, Yanya ve İşkodra direniyordu. Selânik’te sürgündeki Sultan Hamid, apar topar İstanbul’a getirilirken; Sultan Reşad’ın Bursa’ya kaçırılması bile düşünüldü.
İngilizler araya girdi. Aralık 1912’de Londra’da konferans toplandı. Ama Bâbıâli, Hristiyan vâli idaresinde muhtar Makedonya ve bir şehzâde idaresinde muhtar Arnavutluk tekliflerine yanaşmadı. Konferans dağıldı.
Harbin birinci perdesi indi. İkinci perde, başka bir yazıya inşallah...
 
 
 
KUTU
İğrenç hıyanet
 
En vahimi, İttihatçılar, harbin kaybedilmesi için sıkı bir propaganda yürütmüş; çok sayıda bozguncu ortaya çıkarılmıştır. Bu iğrenç hıyanet, Cemal Paşa’nın itirafıyla sabittir; Muhtar Paşa’nın hatıralarında da geçer. Askerlere dağıttıkları broşürlerde, Edirne’yi Bulgarlara vererek, kan dökülmesine engel olunması yolunda propaganda yapıldığını, bizzat İttihatçı Ziya Şakir anlatıyor.
Daha evvel askerlik yapmamış olan Talat Bey, gönüllü yazılmış; cephede “Askerler; bunak [sadrazam] Kâmil Paşa için kanınızı dökmeyin. Gâvur burada değil; İstanbul’dadır. Sizi gâvurlara sattı” diyerek propaganda yaptığı tesbit edilmiş; Şükrü Paşa, “Nefer elbiseli müfsid” dediği Talat’ı, Edirne’den gitmezse, idamla tehdid edince, İstanbul’a dönmüştü. Bunu, Şükrü Paşa, tarihçi İsmail Hami Danişmend’e anlatmıştır. Talat, Şükrü Paşa’dan bunun intikamını alacaktır.
Hükûmet lüzumu kadar cephane hazırlamamış; bunu da düşünmeden harbe girmişti. Harp esnasında cephane bitince, binbir zorlukla Almanya’dan Romanya yoluyla cephane getirtiliyordu. Buna mukabil Sirkeci’de cephane ve mühimmat dolu trenler günlerce kasten bekletilir; cepheye sevk edilmezdi.
Nihayet beklenen an geldi: 23 Ocak 1913’te Bâbıâli’yi basıp, İngiliz taraftarı gördükleri Sadrazam Kâmil Paşa’yı istifaya zorladılar. Fiilen iktidardaki İttihatçılar, artık resmen de imparatorluğu ele geçirmiş oldular. Enver Bey, Padişah’ı tehdid ederek Alman taraftarı Mahmud Şevket Paşa’yı sadrazam yaptı.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.