CEPHEDE ŞEHZÂDELER

A -
A +
Osmanlı şehzâdeleri, bütün cephelerde fiilen askerlik yaparak, şerefli hizmetler gördüler. Cesaretle nam kazandılar; yaralandılar. Karşılığını da acı bir şekilde gördüler.
 
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren şehzâdelere vezirlik, sonra da sancakbeyilik verilerek tecrübe kazanmaları temin edilirdi. Sultan III. Mehmed zamanında şehzâdeler yaşça küçük olduğu için sancağa çıkarma usulüne son verilmiş; bundan sonra sarayda oturarak taht sıralarını beklemişlerdir.
XVII. asır sonundan itibaren padişahlar ordunun başında sefere çıkmadılar. Aynı devirde, Avrupa’da da artık krallar orduya bizzat kumanda etmiyordu. Asker-hükümdar tipinden; devlet adamı ve diplomat-hükümdar tipine doğru bir değişiklik meydana gelmişti. Artık harplerde teknik ve taktik; şecaat ve kuvvetin önüne geçmişti. Üstelik artık bir meydan muharebesiyle harbin nihaî neticesi alınır olmaktan çıkmıştı. Aylarca, yıllarca sürüyordu.
Avrupa hânedanlarında primogenitur (hükümdarın en büyük erkek soyunun tahta geçmesi) usulü câri olduğu için, XIX. asırda veliahd dışındaki prensler hükûmette veya orduda vazife yaparlar; ekseriya vâliliklere tayin edilirlerdi. Osmanlı Devleti’nde ise her şehzâde hükümdarlık sırasında olduğu için, Avrupa’daki gibi bürokratik memuriyetler tercih edilmemiştir.
 
Kontrol
 
Tanzimat’tan sonra şehzâdeler Mekteb-i Harbiye’de diğer talebelerle beraber okurken, sonradan Sultan Hamid zamanında, Mekteb-i Harbiye’nin Ihlamur’da şehzâdelere mahsus leylî (yatılı) bir kısmı açıldı. Şehzâdeler daha ağır dersler ihtiva eden bu mektebde tahsil gördü. Burada İran, Afgan, Mısır hânedanlarından da prensler okuyordu.
Meşrutiyet devrinde, Enver Paşa, sultanları Jön Türk gençlerle evlendirdiği gibi; bütün şehzâdelerin harbiyede okuyup askerî memuriyetler almasını mecbur tutarak hânedanı kontrol altına almayı hedeflemiştir. Şehzâdeler, ayrıca Almanya’ya askerî tahsile gönderildiler. Bunlar, cephede cesaretle hizmet etmiş askerliğe meftun şehzâdelerdi.
 
Osman Fuad Efendi (1895-1973)
 
16 yaşında çarpışmak üzere Trablusgarb’a gönüllü gitti. Filistin, Süveyş, Suriye cephesinde harp etti. Başından yaralandı. Afrika Orduları Başkumandanı sıfatıyla Libya’ya giderek İtalyanlara karşı harbi sürdürdü. Burada dizanteriye yakalanarak esir düştü.
Alman Mareşali Rommel, II. Cihan Harbi’ndeki Libya harekâtında, Şehzâde’nin daha evvelki harekâtını tetkik ve çöl muharebe usulünü taklit etmiştir. Bu sırada Fuad Efendi İskenderiye’de idi. II. Cihan Harbi’nde İngilizler albay rütbesiyle ve tam salâhiyetle Almanlara karşı Libya’da komando muharebesi teklif ettiler. Çünkü Şehzâde, Libya’da hâlâ çok popüler idi. Ancak eski silah arkadaşları olan Almanlarla dövüşmek istemediği gerekçesi ile teklifi reddetti. Üniformasının göğsünü çok sayıda nişan ve madalya doldurduğu hâlde, sürgünde iken, “Madalyalar karın doyurmuyor” diye latife ederdi.
 
Abdürrahim Efendi (1894-1952)
 
Çanakkale, Galiçya ve Filistin Cephelerinde topçu alayı kumandanı olarak savaştı. Tümen kumandanlığına tayini teklif olunduysa da erken bularak kabul etmedi. Filistin Cephesi’nde 8. Topçu Alayı Kumandanı iken, İngiliz hücumuna karşı cephanesi tükenince, yağmur altında ve çamur içinde toplarının hiçbirini kaybetmeden karargâha kadar getirmeye muvaffak oluşu, Ordu Kumandanı Cevad Paşa başta olmak üzere herkesin takdir ve hayranlığını kazandırdı. Kayzer’den madalya aldı.
Yurt dışına giderek, diplomatik münasebetlerde bulundu. 1919’da Rum eşkıyalık hareketlerini yola getirmek üzere teşkil edilen iki Heyet-i Nasîha’dan birinin reisi oldu. Anadolu’ya gidecek heyetin başına Abdürrahim; Rumeli heyetinin başına da Cemaleddin Efendi getirildi.
Bu heyetlerin gönderilmesi, görünüşte selâm-ı şâhâneyi halka tebliğ edip; pâyitaht ile taşra arasında manevî bağın takviyesi ve aslında mukavemet unsurları arasındaki ahengi temin maksadına matuf idi. Böylece iki şehzâde, memleketi karış karış taradılar. Her yerde tezahürat gördüler. Bu muvaffakiyetleri herkesi hayran bıraktı. Her ikisi de Ankara hareketine yakınlık gösterdi; yardımcı oldu.
 
Cemâleddin Efendi (1891-1946)
 
Libya Cephesi’nde bulundu. Mısır’da İngilizlere karşı gerilla faaliyetleri yürüttü. Mirliva rütbesiyle Cihan Harbi’ne iştirak edip çeşitli cephelerde savaştı. Seddülbahir’de ateş hattında bilfiil çarpışırken hastalanarak geri hizmete çekildi. III. Ordu Talimgâhlar Kumandanlığı vazifesi ile Sivas’a gönderildi. İki sene orduya efrad yetiştirmek suretiyle takdirleri kazandı. Batum’un zaptından sonra, talimgâhın nakledildiği Batum’da çalıştı.
Mütâreke devrinde Heyet-i Nasîha Reisi olarak Rumeli ve Karadeniz sahilini dolaştı. Anzavur İsyanı’nın bastırılmasında rol oynadı. Kâzım Karabekir, günlüklerinde Cemâleddin Efendi’den hayranlıkla bahseder. Nezâket ve dürüst muameleleri ile askerin ve ahalinin kalbî muhabbet ve hürmetini kazanan Cemâleddin Efendi, Anadolu’ya geçmek istedi ise de, mukavemet hareketinin başında popüler ve muktedir bir şehzâdenin varlığı, Ankara’yı telaşlandırdığı için kabul edilmedi.
 
Abdülhalîm Efendi (1894-1926)
 
Gönüllü olarak Balkan Harbi’ne katıldı; yaralandı. Cihan Harbi müddetince miralay rütbesiyle otomobil kıtaları kumandanlığında hizmet etti. Enver Paşa’nın kayınbiraderi olduğu için, popüler bir şehzâde idi. Ankara hareketini destekledi. Hatta çok arkadaşının Anadolu’ya geçmesine yardımcı oldu.
Mehmed Muzaffer adında Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) talebesi bir ihtiyat zâbitinin (yedek subay), birliğinin ihtiyacı olan kamyon lastiğini satın alabilmek için yaptığı ve üzerine “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır” yerine “Bedeli Çanakkale’de tesviye olunacaktır” yazdığı 100 liralık bir banknotu, karşılığını vererek satın aldı; Polis Mektebi’ndeki Emniyet Müzesi’ne teslim etti.
 
Ömer Faruk Efendi (1898-1969)
 
Cepheye gönderilme talebi defalarca geri çevrildi. Nihayet Galiçya, ardından da Verdun Cephesi’nde kanlı çatışmalara katıldı. Almanya’nın iki büyük madalyasını aldığı gibi, Kayzer kendisine altın bir tabaka ile imzalı fotoğrafını yolladı.
Ankara’nın davetine işgal kuvvetlerinin veliahd dairesini sarması sebebiyle icabet edemeyen Abdülmecid Efendi, 1921’de oğlunu gizlice Anadolu’ya gönderdi. Ancak bir şehzâdenin karizmasından çekinen Ankara, kendisini İnebolu’dan geri gönderdi.
 
Haksızlık
 
Hânedanın bütün efradı, Yunan Harbi’ne maddî ve manevî elinden gelen yardımı yapmaktan geri durmamıştır. Kızılay adı altında Yunan Harbi için Saray’ın açtığı ve parasını Ankara’ya gönderdiği kampanyalara en çok yardımı hânedan yapmıştır. Buna rağmen şehzâdelerden Anadolu’ya geçmek isteyenleri Ankara kabul etmekten kaçınmıştır.
Vehib Paşa, 19/VIII/1933’te Kahire’de el-Ehram’da neşrettiği bir yazısında, “Şehzâdelerin, Harb-i Umumi esnasında bütün milletle yekdil ve yekvücud olarak mukaddes gayeye doğru canlarıyla ve başlarıyla nasıl çalıştıklarını unutmak, haksızlık olur” dedikten sonra yukarıda isimleri verilen şehzâdelerin hizmetlerini tek tek sayar.
Sonra der ki: “Zamanın veliahdi Yusuf İzzeddin Efendi Çanakkale Muharebesinin bütün şiddetiyle devam ettiği bir günde, Seddülbahir ve Arıburnu cephelerini teftiş etmiş; oturaklı ve sâkin hâliyle askere ruh ve kuvvet vermişti. Askerlik yaşında olmayan şehzâdeler ise, büyük cihad demek olan askerî ilim tahsili ile meşgul idiler. Askerlik yaşı geçmiş şehzâdelerden, fiilî hizmet beklemek insafsızlık olur.”
Bu şehzâdeler, 1924’te topyekûn sürgün ve sefâlete mahkûm edilerek, hizmetlerinin mükâfatını gördüler...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.