Milyonların katili İspanyol!..

A -
A +
I. Cihan Harbi’nde 8,5 milyon asker ölmüştü. Ama “İspanyol Gribi” en az 50 milyon insanı dünyadan götürdü. Mustafa Kemal Paşa da, Nazım Hikmet de bu hastalığa yakalanan meşhurlardandır.     I. Cihan Harbi, ikincisine nazaran daha felaketli olmuştu. Evet, ne silahlarla tayyareler o derece yakıcı ve yıkıcı idi; ne de ateş ikincisindeki gibi dünyayı sarmış, beş kıtanın altını üstüne getirmişti. Fakat ilkinde tifo, tifüs, kolera ve İspanyol Gribi, insanları kırıp geçirmişti. Hatta yalnız gripten ölenlerin sayısı, muharebe meydanlarında can verenlerden kat kat fazla idi. 1918-1920 seneleri arasında ölümcül bir virüs öyle yayıldı ki, 18 ay içinde 50 ila 100 milyon arası insanı yere serdi. İspanyol Gribi, insanlık tarihinin en büyük salgınıdır. Dünyanın her tarafına yayılmış ve nüfusun %5’ini silip süpürmüştür. 1,5 milyarlık dünya nüfusunun üçte biri bu hastalığa yakalanmıştır. İlk vaka haberi 9 Mart 1918’de Kansas’taki bir askerî kamptan geldi. Virüs, kuşlardan domuzlara geçmişti. Başta ciddiye alınmayan bu hastalık, milletin şevki kırılmasın diye halktan saklandı. O zaman harbe girmeyen İspanya’da sansürsüzce bahsedildiği için, "İspanyol Gribi" adı verildi.   Dünya turu   1917 sonlarında Çin’in ortasındaki Cong-King şehrinde görüldü. “Sanki yer yarılmış, içinden çıkmıştı.” Buradan Japonya’ya, oradan Hindistan’a, sonra da Orta Doğu’ya geldi. Bir kol Sibirya üzerinden Rusya’yı sardı. Amerika ve Kanada üzerinden Fransız mevzilerine çalışmak üzere götürülen 96 bin Çinli işçiyi de unutmamalıdır. Baltık üzerinden bir kol okyanus aşıp Amerika’ya geçti; diğeri bir kol Fransa’ya indi. Amerika’dan Avrupa’ya asker sevk ediliyordu. Avrupa iki ateş arasında kaldı. Burada ilk vaka nisanda Fransa’da görüldü. İngiltere, Almanya, İspanya, Portekiz ve İtalya hastalığa gömüldü. Sonra doğuya döndü, Yunanistan’ı esir aldı. Artık bütün Avrupa yeni canavarın elindeydi. Sadece Antarktika yakınındaki Saint Helene adası ile Pasifik’te kaybolmuş Gilbert ve Ellice, Yeni Hebridler ve Yeni Gine’de hastalık görülmedi. Tam bir dünya turu yapan hastalığın önü bir türlü alınamadı. Orduların yer değiştirmesi, hastalığın yayılmasını tetikliyordu. ‘Yaz gelsin, havalar ısınınca biter’ dediler, ama nafile. Ağustosta hastalık iyice azdı. Bu 2. dalga sayesinde herkes, tarihte görülmemiş bir salgınla karşı karşıya olduğunu anladı. Gençler biner biner ölmeye başlayınca, Avrupa’da harb aleyhtarlığı doğdu. Bu dalga, kasımda harbi bitirdi. 1919 başında gerileyen hastalık; Şubattaki 3. ve sonuncu dalgayla tekrar şiddetlendi. Daha evvel kurtulanlar; hastalığa yakalandı. Hastalık, milyonlarca insanın ölümünden sonra gerilemeye başladı.   Bilanço   Hindistan’da birkaç ay içinde 17 milyon insan ölmüştü. Fiji Adaları'nda yaşayan kimse kalmadı. Eskimoların %60’ı öldü. Hastalık, Avrupa ve Amerika’da 2’şer, Afrika’da 1,5 milyon, Japonya’da 300 bin kişiyi götürdü. Fransa'da 400, İngiltere'de 300, Almanya'da 800 bin insan, çoğu genç olmak üzere, hayatını kaybetti. Çin ve Rusya’dan sağlıklı bir rakam alınamamıştır. Bu sebeple son zamanlarda sayının 100 milyonu bulduğu tahmin edilmektedir. Askerlerin çoğu bu hastalıktan ölmüştü. Hastalığa; halkın eve kazanç getiren en sağlam grubu (20-40 yaş) yakalandı. Böylece geride kalan çocuk ve yaşlılar sefalete düştü. Ölenlerin ekserisi erkekler ve hamile kadınlardı. İnsan ilk karşılaştığı virüse karşı mukavemet kurar. Ama grip virüsleri devamlı değişmektedir. Bu salgında ilk karşılaşılan virüs (H3N3), sonrakinden (H1N1) farklıydı. Yaşlılar, 1830’larda yaygın olan H1 ve N1 antijeni ile tanışık olduğu için, fazla tesir görmedi. Bu sefer muafiyeti (bağışıklığı) güçlü olanlar yenildi.   Dikkat, maske!   Hastada evvela teneffüs güçleşiyordu. Yüzü kızıl kahveye, sonra maviye dönüyor; ölünce simsiyah oluyordu. Saç ve diş dökülmesi, baş dönmesi, uykusuzluk, görme ve işitme kaybına rastlanıyordu. İnsanlar sokakta düşüveriyordu. Şiddetli baş ve mafsal ağrısı, yüksek ateş ve ciğerlerin iltihaplanması ile hasta birkaç gün içinde ölüyordu. Ölüm sebebi gribin kendisi değil; virüs yüzünden ciğerde açılan yaralara yerleşmiş bakterilerin yol açtığı zatürre idi. Hastalıktan kurtulan, psikolojik çöküntüye düşüyordu. Harb ve memleketler arası gerginlik sebebiyle hastalıkla hakkıyla mücadele edilememişti. Elde doğru dürüst ilaç yoktu. Yapılan şey antiseptik, kalb kuvvetlendiricisi, kanamayı önleyen ilaçlardan öte geçemedi. Halka, sadece öpüşmemesi ve korunmak için yüze tülbent maske takması tavsiye edildi. Günde birkaç diş sarımsak yemenin veya içki içmenin, mikropları öldüreceği düşünülüyordu. Sinemalar ve mektepler kapandı; maskesiz gezmek ve toplu hâlde bulunmak yasaklandı.   Sadece fakirler mi?   Paris’te en yüksek ölüm nisbeti, zengin mahallelerinde görülür. Ama ölenlerin çoğu, ev sahipleri değil; soğuk çatı katlarında kalan hizmetçiler veya talebelerdi. Her yerde hastalığın en fazla vurduğu, kötü beslenen, kötü evlerde oturan, doktora gidemeyen fakirler ve mülteciler oldu. Hastalık kapanların çoğu iyileşti ama, diğer grip salgınlarından 25 kat fazla insan öldü. Eskiden salgınların esas itibarıyla alt sınıflara ve “geri ırklara” tesir ettiği; bunun da kendi suçları olduğu düşünülürdü. İspanyol Gribi, bunu boşa çıkardı. Kimse hastalıktan muaf değildi. Bu da 1920’lerden itibaren halk sağlığı politikalarının değişmesine yol açtı. Daha iyi bir hastalık takibi ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz arzı ehemmiyet kazandı. 1920'lerdeki yüksek doğum nisbetini İspanyol Gribi salgınına bağlayanlar vardır. Anne karnında bu enfeksiyona maruz kalanların, iyi bir hayat kurma imkânı düşmüş; suç işleme ihtimali artmıştır. Bu da iki harb arası sosyal buhranı izah eder.   Meşhur kurbanlar   Fransız meslektaşı Pycot ile Orta Doğu’yu paylaştıkları gizli anlaşmayla bilinen İngiliz diplomat Mark Sykes, sessiz sinemanın meşhur aktörü Harold Lockwood, Amerikan otomobil sanayicisi Dodge kardeşler, Mısır umumi valisi Lord Edward Cecil, Brezilya Cumhurreisi Alves, İtalyan Prensi Umberto, İsveç Prensi Erik, sosyolog Max Weber, ABD Başkanı Trump’ın dedesi Frederick Trump, Fransız şair Guilliaume Apollinaire ile Cyrano de Bergerac yazarı Edmond Rostand İspanyol gribinden ölenler arasındaydı. Kimse gribi yakıştırmadığı için olsa gerek, Rostand’ın ölüm ilanında zatürre yazıyordu. Dünyanın en zenginlerinden aktris Mary Pickford’u Beverly Hills’de yatağa sokan hastalık; sarayları da dolaştı. İspanya Kralı XIII. Alfonso ve bakanları, Danimarka Kraliçesi Alexandrine, Habeş İmparatoru Haile Selasiye, Bavyera Prensi Maximillian, Kayzer II. Wilhelm, ayrıca Lloyd George, Woodrow Wilson, Franklin D. Roosevelt, Franz Kafka, Greta Garbo, Walt Disney, çok sayıda politikacı, artist, sporcu bu hastalığı geçirdiler. Sultan Vahideddin hastalığa yakalanmış; Âdile Sultan’ın zevci Damat Salahaddin Bey, vefat etmişti. Yaveri Cevat Abbas’ın anlattığına göre, Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a gitmeden az evvel bu hastalığa yakalanmış, ama atlatmıştı. Nazım Hikmet de bunlardandır.   Bizde grip dediğin   Osmanlı Devleti’nde ilk “İspanyol Nezlesi” vakası, Nusaybin sahra hastanesinde 6 Ağustos’ta görüldü. Askerler, muhacirler ve tacirler vasıtasıyla diğer vilayetlere yayıldı. Kalabalık ve insanların toplanma noktası olduğu için en çok kaybın verildiği İstanbul’da halkın yarısı hastalığa yakalandı; 1918’de 13 bin kişi öldü. İspanyol Gribi sebebiyle, İngilizlerin muntazam birlikler toplayamayıp, Yunanlara yardım edememesi yüzünden Anadolu hareketinin muvaffak olduğunu söyleyenler vardır. Buna göre İspanyol gribi olmasa harb bitmez, Amerika evine dönmez, Almanlar teslim olmaz, Türkiye kurulamazdı. Şu hâlde İspanyol gribi tarihi değiştirmiştir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.