İsim, esas itibarıyla bir modadır. Politikacıların, futbolcuların, artistlerin, roman kahramanlarının isimleri konur. Hatta çocuğun isminden, yaşını anlamak mümkündür...
Günümüzde hemen her sosyal çevreye mensup anne ve babalar, çocuklarına
hiçbir yerde duyulmamış orijinal isimler vermeye pek meraklılar. Öte yandan modern ailelerde eski isimlere; muhafazakâr çevrelerde ise modern isimlere sık rastlanıyor. Şimdi
en çok taşınan 5 erkek isminin Mehmed, Mustafa, Ahmed, Ali, Hüseyin; kız isimlerinin ise Fatma, Ayşe, Hatice, Emine ve Zeynep olduğunu istatistikler söylüyor.
İsim bir modadır. Geçen asrın sonlarında Nureddin, Sabahaddin, Şerefeddin gibi
iddialı isimler yanında, Zekai, Recai, Necati gibi
romantik isimleri çocuklara koymak modaydı. 20’lerde Haldun, Sadun gibi alengirli isimler çok tutuluyordu. Ahmed, Mehmed gibi sıradan bir isme sahip olanlar, memuriyete veya girince veya şairliğe soyununca, hemen
ağdalı bir ikinci isim alırdı. Ahmed Cevdet, Mustafa Kemal, Mehmet Akif gibi...
Cumhuriyet devrinde, politikacıların, futbolcuların, artistlerin isimleri moda oldu. Hatta
çocuğun isminden yaşını anlamak mümkündü. 1950 senesinde güzellik kraliçesi olan Günseli Başar’ın ismi o sene çok popülerdi. Romanlar, çocuk isimleri için ilham kaynağı idi. Müjgan ve Kamuran; Çalıkuşu’nun, Bihter ve Behlül, Aşk-ı Memnu’nun yadigârıdır. Refik Halid’in Nilgün romanı neşredildiği 1953 senesinde doğan çocukların çoğuna bu isim konuldu. Deniz, İnan, Ulaş, Özgür, Devrim isimleri de solcular arasında modaydı. Zira isim,
ailenin ideolojisi ve dünya görüşünü de aksettirir.
Yeni devirde isimlerde din değil, kahramanlık ve milliyet vurgusu âmildir. Kaya, Vural, Erol, Erdal, Ercan, Erkan, Caner veya Oğuz, Korkut vs. İlk mekteplerde öğretmenler,
“Yakışır mı Türk çocuğuna Arapça isim” deyip çocukların isimlerini Turgut, Attila, Seyhan, Türkân, Tomris gibi güya Türk tarihinden isimlerle değiştirirlerdi. Hatta memurlardan kendi isimlerini de değiştiren çoktu. Annemin, muallim olan iki eniştesi Battal ve Derviş Beyler, isimlerini -ister istemez- Orhan ve Şahin diye değiştirmişti. Cengiz gibi
Türklükle alakası olmayan zalim kahramanların ismi de bu devirde çok konulmuştur.
İsim hak edilmeli
Eski Türklerde
oğlan çocuklarına muvakkat bir isim verilir; büyüyüp bir işin hakkından geldiğinde ona göre isim alırdı. Dede Korkut’un en meşhur kahramanlarından Dirse Han oğlu Boğaç Han, Bayındır Han’ın ak meydanında cenk edip, bir boğa öldürdüğü için bu ismi almıştır. Çocuklara Şahin, Doğan, Sungur, Tuğrul, Arslan, Babür gibi
düşmanı korkutucu vahşi hayvan isimleri verilirken; kızlara Gül, Lale gibi her çeşit çiçek, Sırma, Kadife gibi güzel kumaş, Turna, Suna gibi sevimli kuş ismi vermek âdettir.
Eski Türklerde
hadiselere göre isim verilirdi. Göç sırasında doğan çocuğa Göçü; düşman baskınında doğana Yağbastı, ziyafet esnasında doğana Aşveren isminin verildiği vâkidir. Çocuk doğduğu sırada
evdeki misafirin ismini de uğur sayıp koymak âdetti. Babam doğduğunda, bizde Müftü Bekir Efendi misafirmiş. Bu sebeple bebeğe onun ismini koymuşlar.
Okumuş takımı çocuğa isim koymak için
tefeül ederdi. Yani Mushafı veya Mesnevî gibi kutlu bir kitabı rastgele açıp okumaya başlar; ilk rastgelen ismi uğur sayıp koyardı. Dedem benim için Mushaf ile tefeül etmiş;
“inne ekremeküm…” âyeti kerimesi denk gelmiş. Şimdikiler Kur’an’da var diye Aleyna, Ecrin, Esila gibi hiç de konulması münasip olmayan isimleri tercih ediyor. Hâlbuki Kur’ân’da hınzır da geçer, fâhişe de.
Farklı olmak
Çocuklara
farklı bir isim koyma âdeti eskiden beri vardır. Doğumu yaptıran doktorun veya ebenin, askerdeki kumandanının, valinin, muallimin veya bunların hanımlarının ismini koymak yaygındır. Bir isim bazen
kulağa çok alışılmadık gelir veya telaffuzu zor olurdu. Bu hâlde hemen mahalli lisana uydurulurdu: Tayfun, Fayton; Ukaşe, Ökkeş; Ubeyde, İbide olurdu.
Şehirliler arasında
kardeş isimlerinde kafiye ve ahenk aranırdı. Orhan-Osman, Aysel-Günsel; Melahat-Sabahat; Şükriye-Fikriye gibi. Hiç değilse
isimlerin aynı harfle başlamasına dikkat edilirdi. Fuad, Faruk, Faika, Fevziye gibi.
Çift isim koymak âdetti. Hatta Osman Nuri, Mehmed Emin, Ömer Faruk, Fatma Zehra gibi bazı isim,
diğerinin mütemmimi gibidir. Bu bilhassa aile büyüklerini küstürmemek adına veya
eşler arasında ihtilaf çıkınca müracaat edilen bu usule şimdi pek rağbet edilmiyor.
Araplarda olmayan bir Türk âdeti de, çocuğa Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan, Mevlüt, Arife, Kadir, Bayram gibi isimler koymaktır. Şimdi bunun yerini Berat, Miraç, Şevval, Merve almıştır. Mahzuru olmamakla beraber Selef, bu isimleri çocuklara koymamıştır. Hatta Mustafa da
sıfat olduğundan, İslâm tarihinde Türklerden başka yerde isim olarak kullanılmamıştır.
İstikbal ne getirir?
“Birine kırk gün deli desen deli olur” kaidesince, güzel ismin de kişinin karakter ve kaderinde rol oynadığına inanılır. Enteresandır, Lenin’in ismi Vladimir, memleketin efendisi manasına gelir. Bu sebeple
çocuklara güzel isim koymak boş değildir. Ömer, Osman, İskender gibi bazı isimler manadan müstakil olmuş; tarihî bir büyük şahsiyeti hatırlamak adına konmaktadır.
İsim koyarken heyecandan
zamanın şartlarını ve istikbali pek düşünmeden; çocuğun ileride zora düşüp beddua edeceği, telaffuzu zor, manası gülünç isimler koyanlar vardır. Öte yandan Filiz’in şişmanlaması; Fidan’ın yaşlanması; Yiğit’in korkak; Bülent’in ufak tefek biri olması ihtimali akla gelmez. Eskiden
hemcins isimler yaygındı. İsmet, Hikmet, Mükerrem gibi isimler kıza da oğlana da konurdu. Şimdi pek tercih edilmiyor.
Bazen sahibi hoşlanmasa da,
isimleri kısaltmak veya değiştirmek de yaygındır. İbrahim’e İbo, Fatma’ya Fatoş demek, eğer alay veya hakaret kastıyla yapılırsa,
din bunu meneder; değilse veya öyle meşhursa (Apo gibi) cevaz verir.
Köylük yerlerde
çocuk sayısı fazla olunca, son çocukla ümitsizce bir mesaj yollanırdı: Yeter, İmdat, Soner, Songül, Elveda, Netice. Hep kız doğması hâlinde çocuğa Döndü, Döne konurdu.
Çocuğu yaşamayanlar Dursun, Dursune, Durdu koyardı. Kadın, daha doğurmadan
bir yatıra bağlanıp, yani adak yapıp, çocuğu, evliyanın ruhunun himayesine verir; çocuğa da o zatın ismini koyardı. İsmi bilinmiyorsa, Satı veya Satılmış konurdu. Eski Türklerde
çocuğu yaşamayanlar, kötü ruhları (şeytanı) kandırmak adına çocuğa İtalmaz, Kutuz gibi çirkin isimler koyardı.
İsim merasimi
Çocuğa isim koymak,
babanın hakkı ve vazifesidir. Ancak bizim kültürümüzde dede varsa, tabiatıyla bu hak ona devredilir. Araplar hilafına bizde dede ismi koymak yaygın değildir. Zira
büyüklere hürmet esas olduğundan, küçük çocuğu dedesinin ismiyle çağırmak edebe uymaz.
Çocuk doğduğunun
7. gününde babası veya dinî bilgisi olan bir yakını çocuğu ayakta kıbleye tutup,
sağ kulağına ezan ve sol kulağına ikamet okuyarak ismini söyler. Sonra da
“Allahümmec’alhu bârren takiyyen ve lâ tec’alhu abden şakiyyen ve enbetehu fi’l-İslâmi nebâten” diye dua eder. Çocuk kız ise hu’lar hâ olur. “Ey Allahım, bunu takvalı ve iyi eyle; isyankâr bir kul eyleme; Müslüman yetiştir” demektir.
Çocuklara
güzel isim koymak, dinin emridir. Çünki kıyamette kendisinin ve babasının ismi ile çağrılır. Hadis-i şerifte,
“Çocuklarınıza peygamberlerin isimlerini koyun; meleklerin isimlerini koymayın” buyurulmuştur. Abdullah, Ahmed, Hamid gibi içinde
abd ve hamd geçen isimler tavsiye edilmiştir. Hindiyye’de, Allah ve Resulü’nün anmadığı, Müslümanların koymadığı ismi koymamalıdır, diyor.
Cenab-ı Peygamber
kötü isimleri, isyan eden manasına (ayn ve sad ile, elif ve sin ile değil) Âsiye ismini, Cemile; Harb’i, Selm (barış), Sa’b’ı (çetin), Sehl (kolay); Afra’yı (kurak), Hadrâ (yeşillik); Damrâ’yı (cılız), Abdullah diye değiştirmiştir. Üvey kızı Berre’nin (çok iyi) ismini,
iddialı bularak, Zeyneb yapmıştır. Şahap, Alev, Niran gibi
Cehennemi hatırlatan isimleri de menetmiştir.
Resulullah, güzel isimle tefeül eder; yani olacak işler hakkında
hayra yorardı. Hudeybiye’ye Kureyşlilerin Süheyl’i yolladığını görünce,
“İşimiz kolaylaştı” buyurdu. Süheyl, kolay demektir.
Aziz, Mecid, Metin gibi
Allah’ın sıfat olan isimlerini çocuğa koymak caizdir. Samed, Hâlık, Rahman gibi zatına mahsus isimleri koymak caiz değildir. Bugün
dünyada en yaygın isimlerden biri Muhammed’dir. Ama bu ismi taşıyan çocuğa asık surat göstermemek, mecliste yer vermek hadis-i şerifin emri olduğundan,
insanlar bu edebi gözetemeyeceği için, âlimler çocuklara bu ismin verilmesini tavsiye etmemiş; edep timsali Osmanlılar da bunu
Mehmed yapmışlardır.
Dosta-Düşmana
Araplarda çocuklarına Kelb (köpek), Hanzala (acıkavun), Dırâr (zarar), Harb (savaş) gibi
ürkütücü isimler koymak; kölelerini de Felâh (iyilik), Necâh (hoş talih) gibi
sevilen lafızlarla isimlendirmek âdetti. Bir bedevîye bunun sebebini sormuşlar.
“Oğullarımızı düşmanlarımıza karşı, kölelerimi de kendimiz için isimlendiririz” demiş.
Bazıları düşmanı alt etmek üzere çocuklarına Gâlib, Gallâb, Mâlik, Zâlim, Garîm (rakip), Mukâtil, Târık tarzında
korkutucu isimler verirdi. Bazıları da sert görünmek için oğullarına Hacr (engel), Sahr (taş), Fihr (şeref), Cendel (kaya) gibi isimler verirdi. Bazıları ise
saadete nail olmak ümidiyle hepsi mutluluk manasına gelen Sa’d, Saîd, Es’ad, Mes’ud, Sa’dî veya Gânim (kazanan) gibi adlar koyardı.
Bazıları da
karısı doğurmak üzere iken dışarıya çıkar, hayvanattan, nebatattan, cemadattan
ilk gördüğü şey ile yeni yavruyu isimlendirirdi. Bu âdet Kızılderililerde de vardı. Oturan Boğa, Parlayan Ay, Gümüş Irmak, böyle konmuş bir isimlerdir.
Araplarda
bir insanı künyesiyle çağırmak, ismiyle hitap etmekten daha nazikçedir. Künye, bir kimsenin çocuğunun adıyla anılmasıdır. Resulullah’ın künyesi
Ebu’l-Kâsım, yani Kâsım’ın babası idi.
Kadının adı yok
Antik Yunanlar,
hippo (at) ile başlayan isimleri çok severdi. Hippolite, Hipokrat, Hipias gibi. Roma’da
kadınlara isim verilmez; aile ismiyle anılırdı. Aynı aile ismini taşıyan birkaç kadın varsa, Prima, Secunda, Tertia diye anılırdı. Evlendikten sonra da
babasının aile ismiyle anılmaya devam ederdi.
Hristiyan Avrupa’da
Mukaddes Kitap’tan isimler çok yaygındı. Orta Çağ’da Cermen/Pagan isimleri yayıldı. Bu çağda en çok konulan Henry, Robert, William, Richard, Thomas ve John gibi 6 isimden sadece son ikisi Mukaddes Kitap’tandır.
Cermen isimleri tabiatla irtibatlıdır. Adolf, asil kurt; Rudolf şanlı kurt; Bernard, ayı gibi demektir. Hristiyanlarda
her ismin bir azizi vardır. O azizin yortusu, o kişinin de doğum günü kabul edilir.
Kanun olmalı
Refik Halid,
Şevket Turgut Paşa’yı ilk görüşündeki sukutu hayali anlatır: “Bende bu isim büyük bir tesir bırakmıştı.
Türkçesi Arapçasından keskin, Arapçası Türkçesinden korkutucu iki isim taşıyan zat, dev cüsseli, palabıyık, iri sakal bir kumandandır. Gözleri şimşek çakar, sesi gök gibi gürler, basınca yer yerinden oynar. Şimdi karşımda
kapının yanına yarı ilişmiş, ayaklarını göstermesi ayıp bir uzuvmuş gibi mümkün olduğu kadar sandalyesinin altına saklamış, tekaüt maaşı ile geçinemediğinden dolayı bir ilave memuriyet istemeye gelmiş bir tapu memuru tavrıyla
helecan, mahcubiyet içinde bekleyip duruyordu. O tarihten sonra
isimlerdeki dehşete kapılmamak, tesiri altında kalmamak kararını vermiştim. İnsanlara otuz yaşından sonra isim verilmesi kanun olmalı.”