1921 ANAYASASI’NIN YÜZ YILLIK RUHU!

A -
A +
1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu, İstanbul’a alternatif olarak Ankara hükûmetinin rejimini kuran, kısa ama, ehemmiyetli bir kanundur.
 
1919’da Sivas’ta alternatif bir hükûmetin kurulması ve 1920’de Ankara’da bir meclisin toplanması ile ortaya bir anayasa problemi çıktı. Her ne kadar meclis, Osmanlı Devleti’nin meclisi olduğunu ve padişahı metbu tanıdığını deklare etmiş olsa da, Nutuk’ta da geçtiği üzere, farklı bir gücü temsil ettiği açıktır. 2.V.1920’de Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Sureti İntihabına Dair Kanun çıkarıldı. Ankara hükûmeti, bu esaslara göre çalışmaya başladı.
1921 ANAYASASI’NIN YÜZ YILLIK RUHU!
Bolşeviklik ithamı
 
İnönü Zaferi ve Çerkez Ethem kuvvetlerinin dağıtılmasının hâsıl ettiği havayı fırsat bilen meclis reisi M. Kemal Paşa’nın 13.IX.1920’de verdiği Halkçılık Programı istikametinde Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu hazırlandı ve 20.I.1921’de kabul edildi. (Burada ‘halkçılık’tan kasıt, bütün siyasi ve sosyal sivil cemiyetlerin, tek otorite altında toplanmasıdır.) Kanunun madde madde müzakeresi, 4 ay boyunca 19 celsede ve Bolşeviklik ithamının gölgesi altında hayli hararetli geçmiştir.
Meclisin çıkarttığı diğer kanunlardan şeklen bir farkı yoktur. Bu sebeple tanzim etmediği meselelerde 1876 tarihli Osmanlı Kanun-i Esasi’sine atıf yapar. Bir başka deyişle Kanun-i Esasi, bu yeni devlette de cari olmuş; TEK, onun mütemmimi kabul edilmiştir. Metinde devlet reisi olan padişahtan hiç bahsedilmemesi, böyle kamufle edilmiştir.
 
Adı konmamış cumhuriyet
 
Teşkilat-ı Esasiyye, Osmanlı hukukçularının constitution (anayasa) mukabili kullandığı bir tabirdir. 23 maddelik TEK, bir anayasada bulunması icap eden temel hak ve hürriyetler, kaza (yargı), anayasa değişikliği usulü gibi bahisleri ihtiva etmediği için, tam bir anayasa sayılamaz. Hatta o zamanki milletvekillerinin bazısı kanun, bazısı anayasa, bazısı hükûmet programı olarak görmüştür. Bununla beraber TEK, her ne kadar telaffuz edilmese bile, fiilen rejimi değiştirdiği için, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası kabul edilir.
O zamana kadar meclisin, İstanbul meclisinin devamı olduğuna dair inanç sebebiyle, bazı yazarlarca III. Meşrutiyet olarak adlandırılan devre sona ermiş; “adı konmamış bir cumhuriyet idaresi” kurulmuştur. Ateşli azalardan Mazhar Müfid’in meclis kürsüsünden söylediği, “İhtilal hükûmetinin Kanun-i Esasi’ye ihtiyacı yoktur” sözü bunu ifade eder. İhtilalin, kendi kanunu vardır.
1921 ANAYASASI’NIN YÜZ YILLIK RUHU!
Kuvvetler Birliği
 
Millet iradesine istinat ettiği ve siyasi hâkimiyeti millet adına kullandığı iddiasındaki meclis, yasama, yürütme ve yargı gücünü elinde tutar. Bugün İsviçre’de tatbik edilen ve meclis hükûmeti adı verilen bu sistemde, parlamento güçlüdür; meclis çatısı altında faaliyet gösteren bir heyet, kabine gibi icra işlerini yürütür. Ayrıca başbakan ve cumhurbaşkanı yoktur.
Bunun görünüşteki sebebi, Nutuk’tan da anlaşıldığı üzere, BMM’nin bir parlamento değil; meclis-i müessesan (kurucu meclis) olarak görülmesidir. Böyle bir mecliste kuvvetler ayrılığı ve siyasi partiler mevzubahis olamazdı. Rousseau’nun tesirinde kaldığı anlaşılan Mustafa Kemal Paşa, aksini müdafaa edenlere mecnun diyecek kadar, kuvvetler ayrılığına karşı idi. (1.XII.1921 tarihli meclis celsesindeki konuşması.  TBMM Zabıt Ceridesi, c.14, s. 440.)
2 senede bir yapılacak seçimlerle vilayetlerden gelen milletvekillerinin teşkil ettiği meclisin içinden seçilecek ve onun adına icra salahiyetini kullanacak 11 kişilik icra vekilleri heyeti vardır. Heyetin kendi içinden bir reisi vardır ama, başbakan gibi değildir. Hükûmet kararlarını, meclisin kendi içinden bir seçim devresi için seçtiği meclis reisi (M. Kemal Paşa) tasdik ve tatbik eder. Meclis reisi, aslında devletin de reisi sayılır.
 
Kâğıt üzerinde
 
1921 ortalarında askerî vaziyet kritikleşince, meclisin bütün salâhiyetleri başkumandan sıfatıyla Kemal Paşa’ya devredilmiş; 1922’deki üçüncü uzatmadan sonra daimî vasıf kazanması üzerine, meclis hükûmeti sistemi kâğıt üzerinde kalmıştır.  Fiiliyatta, Kemal Paşa riyasetinde bir tek parti hükûmeti mevzubahistir. Kanun tekliflerinin %80’inin sahibi olan kabine, onun istediği kişilerden teşekkül eder. Bu, rejimi zamanla parlamenter sisteme çekmiştir.
29.X.1923’te kanun metninde lazım gelen değişiklik yapılmış; 20.IV.1924 tarihli yeni Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu ile meriyetten kaldırılmıştır. 1961’e kadar tatbikatta kalan bu kanun, hükûmet sistemini parlamenter sisteme çevirmiştir. Kuvvetler birliği esası şeklen terk edilmişse de, tek parti sistemi sebebiyle, hakikatte 1950’ye kadar devam etmiştir. 1961 ve 1982’de yeni birer anayasa kabul edilmiştir. Cumhuriyet devrinde kabul edilen 4 anayasa da, fevkalade şartlarda ve anti-demokratik usullerle tepeden inme sayılır.
 
23 maddede ne var?
 
1-3. madde, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu; teşri (yasama) ve icra (yürütme) kudret ve salahiyetini, milletin yegâne ve hakiki mümessili olan BMM’nin kullanacağını; icranın, meclis içinden seçilen bir heyetçe yerine getirileceğini hükme bağlar. 4-7. madde, iki senede bir vilayetler halkınca seçilecek milletvekillerinden müteşekkil meclisin, her sene kasım ayında faaliyete başlayacağını hükme bağlar. Meclisin vazife ve salahiyetlerini sayar. 8. madde, icra heyetinin işleyişini; 9. madde meclis reisinin statüsünü tanzim eder. Sonraki 14 madde ise mahallî idarelere dairdir.
 
Anti-Emperyalist Manifesto
 
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun farkı, güçlü bir adem-i merkeziyetçiliğe zemin teşkil etmiş olmasıdır. Merkeziyetçilik sınırlı ve istisnaidir; adem-i merkeziyet ise aslî ve umumi kaidedir. “Hususi hayatında muhtariyeti haiz bir manevî şahsiyet” teşkil eden nahiyenin başında seçilmiş müdür ve yanında seçilmiş bir meclis bulunmaktadır.
Sulh antlaşmasının yapılacağı günlerde, her millete kendini idare hakkı tanıyan Wilson Prensipleri çerçevesinde hürriyet ve istiklal vadeden ecnebilerden Kürtleri kopararak Ankara’nın yanına çekmek maksadıyla konulmuş maddelerdir.
Nüfusun dörtte birini teşkil ettiği hâlde, mecliste bir tane bile gayr-i müslim aza yoktur. Kanun müzakereleri esnasında Mahmut Esat Bey, bu vatanın nankör ve hain çocukları, emperyalizmin casusları olduğunu iddia ettiği gayr-i müslim vatandaşların bu memlekette hiçbir hakları kalmadığını ve bu mecliste de işleri olmadığını söylemiştir.
Bununla beraber kanunun gerekçesi sayılabilecek olan ve anti-emperyalist bir manifestoya benzeyen “Büyük Millet Meclisinin Beyannamesi”nde, Müslümanlara veya Türklere değil, “Türkiye halkı”na atıf yapılması dikkat çekicidir. Burada kastedilenin, başta Kürtler olmak üzere, gayrı Türk Müslümanlar olduğu anlaşılıyor. Zaferin kazanılması ve Lozan’da sulhun imzalanması üzerine, TEK kaldırılmış; merkezî bir ulus-devlet kurularak, adem-i merkeziyetçi politika terk edilmiştir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.