Merkez Bankası sürpriz ya da şok sevmiyor...

A -
A +
Dün açıklanan faiz kararıyla alakalı herhangi bir sürpriz ya da şok beklemiyordum. Merkez Bankası'nın rasyonel beklentileri kırmak üzere attığı öngörülemeyen adımlar genellikle piyasaları bozan şekilde tezahür ettiği için, en azından faizlerin yükselmeyeceği kesindi. Eğer karar bu şekilde çıkacak olsaydı zaten öncesinde döviz satışını gözlemlerdik.    Piyasalarda herhangi bir olumlu hareket olmadığına göre, TCMB ya faizleri düşürecek ya da sabit bırakacaktı. Merkez Bankası sürpriz yapmak istediğinde piyasalar zaten önceden hareketleniyor, şoke etmek isterse kimsenin haberi olmuyor diyebilirim. Örnek vereyim: 22 Ekim 2020 kararı. Herkes "herhâlde yükseltir" diyorken, Merkez Bankası faizlere dokunmayıp %10,25 seviyesinde bırakınca kıyamet kopmuştu...    Bugün Merkez Bankası topu havada tutmak istiyor. Ancak önümüzdeki dönemde bizi bekleyen oldukça ciddi meseleler var ve para politikasını çalıştırmadan bunları savuşturamayız. Önem sırasına dikkat etmeden sıralarsak:   - Gıda Krizi - Enerji Krizi - Küresel Resesyon Riski  - Pariteden Kaynaklı Riskler - Yüksek Enflasyondan Kaynaklı Sosyo-Politik Yan Etkiler - Diplomatik Gerginlik ve Sıcak Çatışmalar - Erken Seçim ya da Erkenden Seçim   Şu ana kadar enflasyonla mücadele konusunda elle tutulur adımlar atılmadı diyebilirim. Sadece vatandaşı enflasyona ezdirmemek için kamu ve özel sektör ücret zamları yapıyor. Düşük faizin döviz kurlarını ve stoklama eğilimlerini yükselttiğini, bu durumun da enflasyonu canlı tuttuğunu görüyoruz. Özetle enflasyonla mücadelede güçlü adımlar atılmadığı gibi, daha önceki dönemlerden bugünlere sarkan düşük faizin oluşturduğu fiyat bozulmaları da söz konusu. Tüm bu sorunları Merkez Bankası'nın arka kapıdan döviz ve TL satması ile çözemeyeceği sanıyorum tam olarak anlaşılamadı. Hatta böyle davranarak topu havada tutmak bir yana, şartları daha da zor hâle getiriyoruz...      Çuvaldızı kendimize batırırsak...   Aslında tüm bunların başımıza gelmesinin sebebi, özel sektörden kamuya kadar her yerde "hadi bir proje yapalım bir slogan bulalım" telaşı oldu diyebilirim. Ekonomik verimlilik adına pozitif sonuç vermeyen ama şaşaalı törenlerle parlatılan kampanyalar neticesinde asli işlerimizi unuttuk. Basiretin yanına akılcılığı koyarak ilerlemek yerine, kolay yoldan rakamları büyütmek için kaynakları hoyratça harcadık diyebilirim. Spor Kulüplerinden Kanaat Kurumlarına, Özel Sektörden Kamuya kadar her yerde oldukça maliyetli ancak geri dönüşü şüpheli göz boyayan işlere giriştik...    İnsan kaynağının kalitesini hızlı büyürken önemsemedik, bugün ise bunun acısını çekiyoruz. Verimlilik ve kalite konusunda kafamız karışmış durumda, veriyi işimize geldiği gibi kullandığımız için bilim bize yardımcı olamıyor. Hâl böyleyken rasyonellikten giderek uzaklaşıyoruz, bunun gerekçesini de kendimize göre sebeplere bağlayıp ismine "mantık" diyoruz... Geçenlerde bir dostum "benim sevgim mantığa dayanır" dedi. Kendisini düzelttim: "Sevgini bir sebebe dayandırıyor olabilirsin ama her sebep mantıklı olmayabilir." Kavramların içini boşalttığımız için tartışırken vakit kaybediyor ve boşluğa düşüyoruz. Faiz-Döviz-Enflasyon üçlüsünde de aynı şekilde boşluğa düşmüş durumdayız. Dolayısıyla meseleyi temelden ele almakta fayda var diye düşünüyorum...    Türkiye 2002-2013 arasında parasal bir yükseliş yaşarken, o gün kimsenin ilgilenmediği ya da ilgilenmek istemediği kırılganlıklar bugün bizi zorluyor, yoruyor ve yıpratıyor. Ben hâlâ ümidimi kaybetmedim. Yeter ki bilimden sapmayalım.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.