Doğu ile Batı arasında Türkiye’nin yolu

A -
A +
Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye “Batılılaşma” yolunu tercih ederek, bu savaş boyunca mücadele etmek zorunda kaldığı Avrupa ülkeleriyle yakın bir ilişki kurmaya çalıştı. Batılılaşma sadece Avrupa ülkeleriyle yakın ilişki kurmayı değil, aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik, askerî ve kültürel açıdan onlara benzeyen bir ülke olması hedefini de ifade ediyordu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanmaya çalışılan liberal ekonomik modelin başarılı olmaması ve dünya ekonomik krizi Türkiye’yi devletçi ekonomik sistem uygulayan Sovyetler Birliği’ne yakınlaştırsa da bu yakınlaşma uzun sürmemiş, Sovyet Rusya’nın özellikle Montrö Boğazlar Sözleşmesi sırasındaki düşmanca tutumu Türkiye’yi Batı ekseninde tutmuştu. Bir tarafı tercih etmek zorunda olması Türkiye’nin o dönemde ekonomik ve askerî açıdan kendi kendine yeterli güce sahip olmamasından kaynaklanıyordu.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Batılı ülkelerin birbirleriyle çatışmaya sürüklenmesi, hangi tarafta yer alacağı konusunda Ankara’yı zorlasa da İnönü hükûmeti tercihini tarafsız kalmak yönünde kullanmıştı. Savaş sonrasında ise Doğu ve Batı Blokları arasında sert bir mücadele şekillenirken Türkiye tercihini yine Batı’dan yana yapmıştı. Bunda, savaşın ardından iki süper güçten biri olan Sovyet Rusya’nın Türkiye’den toprak talepleri Boğazlar konusunda kabul edilemez istekleri önemli rol oynamıştı.
Soğuk Savaş döneminde Türkiye ile asimetrik bir bağımlılık ilişkisi geliştiren ABD ve Avrupa ülkeleri Ankara’nın askerî ve ekonomik açıdan kendilerine muhtaç olmasını fırsata dönüştürüp, Türkiye’nin Batı yörüngesinde hareket eden bir ülke olarak hareket etmesini sağladılar. Bu yörüngeden çıkma konusunda Türkiye’de bir hareketlenme olduğunda ise değişik müdahale araçlarını devreye soktular. Bu müdahale araçlarının en sonuncusu ve etkili olanı, üzerinde çok ciddi bir nüfuza sahip oldukları orduyu darbe yapmaya “teşvik etmekti”.
Soğuk Savaş sonrasında Ankara’nın geliştirdiği “Adriyatik’ten Çin Seddi'ne uzanan Türk dünyası” üzerinde etkili olma hedefinin, Türkiye’nin mevcut kapasitesi ile mümkün olmadığını bilen Batılı ülkeler bu slogandan endişe etmediler. 1994 ve 2001 yıllarındaki büyük ekonomik krizler, koalisyon hükûmetlerinden kaynaklanan siyasi krizler ve 28 Şubat Darbe süreci Türkiye’nin Batı yörüngesinde tutulmasını çok kolaylaştırdı.
Ancak AK Parti iktidarı ile birlikte Türkiye’nin koalisyonlardan kurtularak kavuştuğu siyasi istikrar ortamında ekonomik ve askerî kapasitesini artırması ve bunun sonucu olarak dış politikada daha bağımsız bir çizgiye yönelmesi Batı’dan yükselen “eksen kayması” suçlamalarını da beraberinde getirdi. Ankara’nın bu suçlamalara kulak asmayarak kendi dış politika çizgisinde ısrar etmesi ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye’yi tekrar “yörüngeye oturtmak” konusunda harekete geçmelerine yol açtı.
Medyada başlatılan karalama kampanyaları, içerideki muhalefetin Gezi Olaylarındaki gibi isyana teşvik edilmesi ve Türkiye’nin güvenliğine tehdit teşkil eden terör örgütlerinin desteklenmesi bu yönde attıkları adımların birkaçıdır. 15 Temmuz darbe girişimi sırasındaki tutumları ise AK Parti hükûmeti ve Erdoğan’a karşı düşmanca politikalarının zirvesini oluşturdu. Son dönemde Almanya ve Avusturya’dan gelen açıklamalar, eğer bu ülkelerde yapılacak seçimlerin kaygısından kaynaklanmıyorsa, bu düşmanlığı daha da ileri götüreceklerini gösteriyor.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Blokundan gelen tehdide karşı gücü yetersiz olduğu için NATO çatısı altında Batı ile bir ittifak ilişkisine girmişti. Ancak şimdi Türkiye’nin güvenliğine yönelik tehditler daha çok Batı’dan geliyor.
PYD/PKK ve FETÖ’ye destek veriyorlar, darbeyi teşvik ediyorlar ve şimdi de Türkiye ekonomisini hedef alan saldırılara başladılar.
Batılı “müttefiklerimizin” bu düşmanca politikaları Türkiye’de, “artık Batı ile güvenlik ortaklığımızın sonu mu geldi” sorusunun sorulmasına yol açıyor. Dünya politikasında giderek yükselen Asya’nın artık Batı’yı dengelemeye başlaması da bu soruları artıran bir faktör.
Batı’nın, AK Parti yönetimine karşı son dönemdeki düşmanca tutumunu değiştirip, Türkiye’yi eşit bir ortak olarak kabul etmemesi durumunda bu sorular daha fazla sorulacaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.