Düşünsel Çölleşme ve Akademi

A -
A +
“Çöl büyüyor; vay haline çöllere gebe olanın!” W. F. Nietzsche’nin bu haykırışını düşünmeyi/fikretmeyi genelde eğitim-öğretim evrenimiz ve özelde akademi dünyamız açısından derin bir uyarı olarak yorumlamamız/okumamız mümkündür. Metaforik bir anlatımla eğitim-öğretim ve akademik dünyamız derin bir çölleşme marazıyla yüzleşiyor. Çölleşme, duyarsızlıklar sarmalı ile günbegün içimizde büyüyor. Çölleşme, korkunç bir tahripkârlıkla akademinin sosyal bünyesini sarıyor. Düşünmeyi, düşünerek eyleyebilmeyi –ki düşünmek, bir eylem/e/dir- mümkün kılan zemin, çölleşmeye maruz kalıyor.
Maruz kalınan bu ‘çölleşme’ Heidegger’in deyişiyle “tahrip etmekten çok daha fazla bir şey ve yok etmekten daha korkutucudur.” Çölleşme, düşünsel tükenmişliğe ve derin bir yıkıma neden oluyor. Bu tükenmişlik hâli, bütün medeniyet iddialarını ya da iddialarımızı cılızlaştırıyor ve/ya imkânsızlaştırıyor. Behemehal düşünsel kapasitemizi yükseltecek bir tefekkür yordamına muhtaç olduğumuz aşikârdır. Bu da formel eğitim-öğretim süreçlerinin üzerinde inşâî bir zihniyet ile derinlemesine düşünmeyi gerekli kılıyor. Bunlardan hem disipliner kurumsal yapılanmayı ve hem de bir düşünüş biçimini ifade eden akademi, varoluşsal anlamına rücû etmelidir. Akademide düşünme yetisinin kazandırılması ve öğretimi, disipliner ve/ya mesleki formasyonu öncelemelidir.
Akademinin varlık sebebi, düşünceye meydan oluşturmak ve ona imkân var etmektir. Akademinin kurumsal yapısı, öğrenilebilir bir kişisel yeti olarak düşünceye uygun bir iklim üretmek için varlık gösterir. Düşün/ebil/mek bir zihinsel yetkinliği ve buna ‘muktedir olmayı’ gerekli kılar. Bunun için Heidegger’in deyişi ile “öğrenmenin ne olduğunu öğrenmemiz” icap ediyor. O yüzden akademinin, bizatihi öğrenmenin mahiyetini kavramaya dönük yoğun bir fikri mesai harcaması gerekiyor.
Ancak, ideal anlamda bir aşk ve iştiyak işi olması gereken öğrenim süreçleri, ne yazık ki negatif bir toplumsal maliyete ve kişisel ızdıraba dönüşüyor. Kuşkusuz ızdıraba dönüşen bir öğrenim yaşamı, düşüncenin doğumuna imkân vermiyor.
Düşünmek, ancak kendine özgü bir öğrenim ikliminde ve kurumsal etkileşim zemininde varlık bulabilecektir. Ancak böylesi bir düşünsel iklim, dünyayı dönüştürebilecek düşünürlerin varlığını mümkün kılacaktır. Akademi, düşünsel mayalanmanın gerçekleşeceği kültürel bir zemin var etmelidir. Yetenekleri körelten, fikren kısırlaştıran çöl iklimi değil; çoğulluk içinde düşünceyi kışkırtan kurumsal sürdürülebilirlik çerçevesinde bir sosyal habitat üretmelidir. Ancak üzücüdür ki, akademi, varoluşu ile yabancılaşmanın ağır tahribatı altında sığlaşıyor/çölleşiyor. Sosyo-akademik bağlam sığlaşmayı kanıksatıyor. Düşünme eyleminin muharrik-i evveli olan ‘merak’ duygusu köreliyor. Merak saikiyle kışkırtılmamış bir öğrenim süreci düşünmeyi değil, eblehleşmeyi beraberinde getiriyor.
Merak duygusu ile başlaması ve iltifatla cezbedilmesi gereken marifet/lenme ve/ya bilgilenme serüveni maddileşme kaygısı ile kesintiye uğruyor. Metalaşmaya mahkûm edilen akademi, düşünceye yurt olma vasfını giderek yitiriyor. Teoriyi ve tefekkürü yadırgayan/yadsıyan akademi dünyası, fikir işçiliğine değil, daha çok işletmeciliğe prim veriyor. Akademik disiplin, tefekküre gem vurma biçiminde algılanıyor. Akademinin fikri/düşünsel grameri uzmanlaşma sendromu ile yapı bozumuna uğruyor. Uzmanlaşma fetişizmi, düşünsel sığlaşma ve entelektüel yetersizliğe yol açıyor. Anti-düşünsel bir akademik örgütlenme, kolektif yapıların kolayca üniversitelerde zemin bulmasına neden oluyor. Kapsüllenmiş malumat/bilgi yığınlarının aktarımı ve belletimine dönüşen öğrenim vasatı, düşünce yetisinin kazanımını imkânsızlaştırıyor. Akademik dil, uzmanlaşılan disipliner alanın sınırlarında hapsolmak suretiyle, semantik daralmaya düçar oluyor. Bu anlamsal ve kuramsal daralma, düşünme ufkuna ket vuruyor. Akademide sığlığa pirim vermemek adına düşünmeyi, içkin bir yöntemle öğretebilmeliyiz. Akademiyi entelektüel yüzeysellikten ve düşünsel çölleşmeden kurtarabilmek adına, bu, hayati bir zorunluluktur.
Sonuç olarak, öğretim müfredatlarının düşünme yetisini kazandıracak bir formda yeniden ele alınması ve öğretim yöntemlerinin yeniden gözden geçirilmesi icap ediyor. Düşünmeyi eksene alan bir akademi rönesansına ihtiyaç duyuyoruz. Akademi, ruhuna geri dönüşünü bekliyor. Düşünmeyi düşünmüyor olmamız kaygı verici düzeydedir. Nitekim Heidegger’in ifadesiyle “En kaygı verici olan bizim hâlâ düşünmememizdir.”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.