Darbe teşebbüsünün anatomisi ve atılması gereken adımlar

A -
A +
Aziz milletimiz, kanlı darbe girişiminin karşısında göğsünü tanklara siper ederek bütün dünyaya millî iradenin ve vatanperverliğin kutsiyetini ortaya koyan büyük bir ders vermiştir. Geride yüzlerce şehit, gazi ve ağır bir toplumsal travma bırakan bu kutlu direnişin kahramanları yediden yetmişe siyasi tarihimizin en kanlı kalkışması karşısında büyük bir kurtuluş destanı yazmıştır.
İnsan unsurunu bu milletin öz evlatlarından devşirmek suretiyle oluşturdukları ve mankurtlaştırdıkları bu gürûh, tarifi imkânsız ağır bir ihanetle küresel sömürge düzeninin payandalığını yapmıştır. Bu ihanet şebekesi, küresel emperyal sistemin yaklaşık 40 yıllık bir projesi olarak yalnızca ülkemizde değil, neredeyse bütün dünyaya yayılan bir yapı olarak karşımıza çıkmıştır. Bu şebekenin (FETÖ örgütü) nasıl bir şer güruhu oluşturduğunu ve mankurtlaşan bir kitle var ettiğini 15 Temmuz akşamında gördük. Üretip pazarladıkları sahici olmayan naif söylem düzeneklerinin büyük bir sahtekârlığın ürünü olduğunu bir kez daha en ağır biçimiyle müşahede ettik. Bu organize sahtekârlık çetesinin vatanına ve milletine ihanet etme ve kötülük yapabilme potansiyelinin cesametini ve bu cesametin ne kadar büyük bir vahamete yol açabileceğini gördük. Bu ağır ihanet ve kanlı girişim karşısında ağır bir kamusal ve toplumsal sorumlulukla karşı karşıyayız. Bu minvalde, öncelikle yüksek bir millî güvenlik politikası, kamusal ve toplumsal duyarlılık, derin stratejik hamle ve politikaların geliştirilmesi elzemdir.
Bu noktada birinci planda milletimizin bu kalkışmaya karşı ortaya koyduğu asil direnişin toplumsal dinamizminin korunması adına meydanlarımızdaki demokrasi nöbetlerinin sürdürülmesi büyük önem arz ediyor. Bu nöbetler bir anlamda, milletimizin millî iradeye, vatanımızın birlik ve bütünlüğüne, devlete ve demokrasiye olan inancının tazelenmesi anlamına geliyor. Meydan nöbetlerine toplumun her kesiminden ve farklı siyasi görüşlerden insanımızın iştiraki ‘vatanperverlik’ ortak paydasında toplumsal dinamizmimizi pekiştirmektedir. Zira Cumhurun Reisi ve Başkomutanımızın milletimizi meydanlarda direnişe çağırması ile ancak bu kanlı darbe girişimi akim kalmıştır. Bu tarihî direniş çağrısı, demokrasi tarihimize büyük bir miladın adı olarak kaydedilecektir.
İkinci planda bu kalkışmanın tüm aslî ve fer’i faillerinin (sivil, asker, polis, bürokrat veya kamu görevlisi) behemehal derdest edilmeleri ve yargı önüne çıkarılmaları büyük önem arz ediyor. Özellikle kamu görevlilerinin bu görevlerinden behemehal el çektirilmeleri zorunludur. Zira bu kalkışma, beyinleri yıkanarak devşirilen ve devletin en etkin makamlarını işgal eden mankurtlarca organize edilerek icra edilmiştir. Millete hizmet etmek için var olan ya da ihdas edilmiş olan bütün kamusal erki, kendi kolektif/cemaatsel çıkarlarına tahsis etmişlerdir. Bu kolektif çıkar grubu esasında kendisine hizmet ettiği küresel sömürge düzeninin ajanı olarak görev icra etmektedir. Bu örgütlü yapının eğitim süreçleri neticesinde ortaya çıkan tekbiçimli, bireyselleşememiş, düşünebilme becerilerini yitirmiş, kendi başına eyleyebilme kabiliyetini tüketerek ancak talimatlarla hareket edebilen ve başta ailesi olmak üzere tüm topluma yabancılaşan bir insan profili ve güdümlenebilir bir güruh var etmiştir. Zihinsel ve duygusal olarak müstemlekeleşmiş bu terör yapısının tüm insan unsurlarının operasyonel biçimde kamusal alandan arındırılması hayati önemdedir. Türk siyasi tarihimiz açısından emsali görülmemiş bir vahşetle sonuçlanan bu kanlı girişimin bütün bu yönleriyle etraflıca araştırılması gerekiyor. Ancak böylelikle, önümüzdeki siyasi süreçte ortaya çıkabilecek riskleri bertaraf edebilmenin yapısal dinamiklerini var edebiliriz.
Bu noktada dikkat çekilmesi gereken ilk nokta, devlet kapasitesinin bu otokratik terörist yapı (FETÖ) tarafından etkisizleştirilmiş olmasıdır. Bir diğer nokta, ulusal güvenlik ve devletin bekâsı adına en kritik nokta olan istihbarat kapasitesinin yetersizliği de bütün bu etkisizleştirmenin bir eseri olarak ortaya çıkmıştır. Her geçen gün bu kalkışmanın ağır bilançosu ve trajik hikâyesi ortaya çıktıkça bu ağır ihanetin boyutları ifşa oluyor. Bu olağanüstü durum ve/ya tablo karşısında devletin yalnızca kamu güvenliğini temin etmek değil, bizatihi varlığını muhafaza etmek adına olağanüstü tedbirlere başvurması icap ediyor. Tam da bu noktada üç aylık süre ile sınırlı olan Olağanüstü Hâl yasasının Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçmesi önem arz ediyor. Zira 15 Temmuz’dan bu yana yaşamakta olduğumuz bu süreci sıradan bir terör saldırısı ve kalkışma girişimi olarak nitelememiz mümkün değildir. Bu kalkışmayı Türkiye Cumhuriyeti devletinin niteliğini dönüştürme ve vatanımızı müstemlekeleştirme girişimi olarak nitelendirebiliriz. Bu nedenle millet olarak bu ağır buhrandan çıkabilmemizin temel şartı, milletimizin başlatmış olduğu arınma/tasfiye operasyonunu Devletin kararlılıkla sürdürmesi olacaktır. Milletimiz yüksek iradesi ile yönetime el koymuştur. Bu iradenin tecelli edebilmesi devletin kendisini sistematik biçimde yeniden tanzim etme ve/ya arındırma süreciyle mümkün olabilecektir. Tam da bu noktada devletin, tüm üst kurul ve kurumları ile yeniden yapılanması icap ediyor. 17 ve 25 Aralık yargı kalkışmasının ardından bu ihanet şebekesine yönelik Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ortaya konan yüksek stratejik hassasiyete rağmen, hem siyaset düzleminde hem de kamu bürokrasisinde gereken ciddiyet gösterilmemiştir. Nitekim darbe girişimi sonrasında kamu kurumlarında yaşanmakta olan tasfiye süreçleri bu durumu gözler önüne sermektedir. Ne yazıktır ki, devletin ilgili yüksek kurulları ve kamu kurumlarının bu noktadaki zaafı ve pasifist tutumu, bu trajedinin yaşanmasında sorumluluk sahibidir. Şimdi, kamu kurumlarında durumu kurtarmak adına yapılan tasfiye girişimleri, bu zaafın boyutlarını ortaya koymaktadır. Demokrasi tarihimize ağır bir darbe indiren bu hain kalkışma, sivil bürokrasi, askerî bürokrasi ve siyaset ilişkisinin yeniden tanzim edilmesinin gerekliliğini açığa çıkarmıştır. Bu noktada kamu personeli alım rejiminin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kamu görevlerine girişte kolektivist yapıların liyakat ve etik ilkeleri yok sayan tezkiye sistemine imkan vermeyecek bir güven sistemi oluşturulmalıdır.
Üçüncü planda bu darbe girişiminin ortaya çıkardığı toplumsal travmaları onarmak adına behemehal toplumsal ve ekonomik politikalar geliştirmek icap ediyor. Ayrıca bu FETÖ’cü terör şebekesinin uluslararası arenada Türkiye’ye yönelik olarak yürüttüğü dezenformatif kampanyaya karşı yoğun bir diplomasi atağı gerçekleştirmemiz zorunluluk arz ediyor. Uluslararası kamuoyunda ülkemize yönelik tahkir ve tezyif edici propagandalara karşı, kendimizi anlatmanın sofistike araçlarını sürekli biçimde etkin kılmamız gerekiyor. Milletimizin asil duruşunu, kutlu direnişini ve devletimizin kamu güvenliği ve huzuru adına almış olduğu haklı önlemleri anlatmamız icap ediyor. Bu noktada özellikle FETÖ’cü terör örgütlenmesinin, sivil alanı kurumlar üzerinden, kamusal alanı paralel otokratik bir yapı ile nasıl dejenere ettiğini ve ele geçirmeye çalıştığını ifşa etmemiz gerekiyor.
Yaşanan bu ağır trajediden millet ve devlet olarak önemli dersler çıkarmamız ve buna bağlı biçimde gereken kalıcı önlemlerin alınması gerekiyor. Her şeyden önce çıkarılacak ilk ders, devletin kendisine şerik olacak herhangi bir cemaatsel/kolektif yapının devlet erkini ele geçirme girişimlerine asla müsaade etmemesi gerektiğidir. Yaşanan bu acı tecrübenin ardından darbe fırsatçılığı yaparak, boşalan alanı doldurma gayreti içinde olan başkaca kolektif yapılara da alan açılmamalıdır.
Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.