Türkiye’nin Liderliği: 15 Temmuz Gerçekliği

A -
A +

Türk siyasi tarihi, ‘15 Temmuz öncesi ve sonrası’ olarak okunmayı hak eden bir tarihî anlam dünyası var etmiştir. 15 Temmuz, yerleşik siyaset kültürümüzü ve paradigmamızı dönüştürücü bir etki ortaya çıkarmıştır. Siyasi kültürümüzde derin bir kırılmaya yol açarak yeni bir politik dil ve siyasal iletişim biçimi üretmiştir. Küresel siyasi aktörlerin gizli ajandalarını ve ikiyüzlü duruşlarını deşifre etmiştir. Türkiye’nin askerî, siyasi ve diplomatik kuşatmalar karşısındaki ‘millî direnci’ sınanmıştır. Ülkemizin darbe sürecinde ortaya koymuş olduğu cesaretli ve ferasetli liderliği, bütün Müslüman dünyasına ilham kaynağı olmuştur. Bütün bu yaşananların, ‘15 Temmuz gerçekliği’ olarak okunması ve/ya anlamlandırılması gerekiyor.
Bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden darbe gecesi ve sonrasında Türkiye’nin liderliğinin, Sayın Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın siyasi liderliği üzerinden okunması doğru olacaktır. Zira Türkiye’nin liderliği süreç içerisinde Cumhurbaşkanımızın siyasi liderliği ile özdeşleşmiş bir durum kesbetmiştir. Sözde diktatörlük söylemleri üzerinden üretilen bütün algı operasyonlarına rağmen 15 Temmuz, Cumhurbaşkanımızın liderliğinin organik bir liderlik olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu liderlik profili, üstten biçimlendirici mekanik otoriteryen bir liderlik değildir. Bir meta-söylem ve meta-dil üzerinden kurgulanarak ideolojik bir resmiyet çerçevesinde üretilen bir siyaset liderliği de değildir. Ülkemizin son onlu yıllarına damgasını vuran bu siyasal tecrübe, 15 Temmuz ile birlikte yeni bir liderlik paradigması ve pratiği olarak ortaya koymuştur.
Siyasi ajandasını millet iradesinin dolaysız temsili üzerinden belirleyen bu liderlik paradigması, halk ile doğrudan ve etkileşimli bir politik bağlam üretmiştir. Halk ile onları temsil edenler arasında kurulan bu siyasal iletişim dili, ne demagoji ve ne de seçkinci/biçimlendirici bir retorik olmuştur. Toplumsal taleplerin doğrudan iletilebilirliğini ve etkin erişilebilirliği esas alan bir liderlik profili üretilmiştir. Bu liderlik anlayışı, temsilde adalet ve güven ilkesine dayanmaktadır. Bu yüzden siyasi iradeyi karalamaya ve siyasal alanı dejenere etmeye yönelik algı operasyonları, milletimizin nezdinde bir karşılık bulmamıştır.
Siyaseten paradigmatik bir dönüşümün miladı olan 15 Temmuz, bu siyasi liderlik biçiminin kitleleri nasıl kısa süre içinde mobilize ettiğini ortaya koymuştur. Milletimiz, 15 Temmuz gecesi, bu liderlik üzerinden tesis edilmiş olan güven ve adanmışlık duygusuyla meydanlara çıkmış ve demokrasi nöbetleri tutmuştur. Milletimiz, bu siyasi liderlik ile tecessüm eden yüksek onurunu muhafaza etmek için dirliğini ve diriliğini korumuştur. 15 Temmuz sonrasında Türkiye’nin liderliği Cumhurbaşkanımızın şahsında bütün İslam coğrafyasında küresel bir liderliğe dönüşmüştür. Öyle ki bu liderlik, Müslüman dünyasının tüm yoksunlukları ve mağduriyetleri karşısında yüksek bir mukavemet gücünün sesi ve soluğu olmuştur.
Bu liderlik, bölgesel bazda küresel aktörlerce projelendirilen jeopolitik ve jeostratejik denklemi yapı bozumuna uğratmıştır. Türkiye’nin liderliği ile haleldar olan menfaatlerini ve hesaplarını sürdürme peşinde olan küresel aktörler, düşük profilli ve kullanışlı bir yönetim hayalinin peşinde olduklarını aşikâr biçimde bu süreçte ortaya koymuşlardır. 15 Temmuz darbe girişimine bel bağlayan kolonyalist yağmacıların hayal kırıklığı ve mahcubiyetleri gecikmiş diplomatik temaslarında dışa vurmaktadır. Örneğin bir tehdit olarak algıladıkları mülteci meselesini bir anda hatırlayan Almanya, 15 Temmuz gerçekliğini daha yenice idrak etmiş görüntüsü vermektedir. Bu travmatik süreçten siyaseten daha da güçlenerek çıkan Türkiye, ilgili aktörlerin ve/ya üst aklın icra etmekte olduğu çatışmacı küresel oyunun figüranı olmayacağını göstermiştir. Millet olarak yaşadığımız bu trajedi, Türkiye liderliğine olan küresel husumetin apaçık bir göstergesi niteliğinde olmuştur. Bu süreç, ‘müttefik veya stratejik ortaklık’ gibi masallara itibar etmeyen aziz milletimizin nitelikli yalnızlığını ve bunun karşısında asaletli duruşunu gözler önüne sermiştir.
Sonuç olarak, küresel müttefiklerin ortaklaşa kullandıkları taşeron terör örgütleri (FETÖ, PKK, DAEŞ, PYD) üzerinden sürdürdükleri yıkıcı emelleri akim bırakabilmek, Türkiye’nin liderliği ile mümkün olacaktır. Bunun için, devletimizin kısa süre içerisinde bütün safralarından arınarak millî bünyesini tahkim etmesi icap etmektedir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.