Akademinin Duygu-Durumsal Esareti

A -
A +
Üniversiteler, akademik aklın kurumsallaşması ve üretken hâle getirilmesi noktasında kurumsal misyona sahiptirler. Üniversitelerin bu misyonu hakkıyla icra edebilmesi, doğrudan akademik insan kaynağının niteliğiyle ilişkilidir. Bu yüzden bir sosyolojik entite olarak akademik camianın örgütlenişi, benimsemiş olduğu kültürel kodlar ve sahip olduğu davranış örüntüleri üzerinde zihin yormak gerekmektedir. Bu noktada, özerk bir toplumsal yapı olarak akademik camianın düşünce ve değer dünyalarına, üretmiş oldukları sivil kodlara, mesleki normlara ve eylem pratiklerine dair eleştirel bir içgörünün geliştirilmesi zorunludur. Bu özerk topluluğun kendi bünyesinde etkileşimler üzerinden ürettiği toplumlaşma biçimlerinin irdelenmesi icap ediyor. Bütün bu irdeleyici çabalar, akademik camiamızın yüzleşmekte olduğu organik yapısal sorunların tespiti/tahlili açısından önem arz etmektedir. Bu tespitler/tahliller, akademik dünyanın kendisine ayna tutma imkânı var etmesi açısından da kıymetlidir.
Akademi dünyamız, bizatihi akademik işin anlam/değer yitimine uğramasından ötürü, ne yazık ki derin bir entelektüel çoraklaşma, özgüven yitimi ve düşünsel yetmezlik duygusuna düçar olmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasında, dünya ölçeğinde akademiyi belirli ölçülerde esir alan küresel üniversite mitinin yıkıcı rüzgârlarının da etkisi olduğu ifade edilebilir. Akademisyen kendisini teori ile pratik, değer ile çıkar, gelenek ile modernite, statüsel kimlik ile akademik kimlik arasında salınan varoluşsal bir gerilim içerisinde bulmaktadır. Bu durum akademik camiayı, derin kopuşların ve ikilemlerin yıkıcılığı karşısında çaresiz bırakmaktadır. Söz konusu kopuşlar, akademinin düşünce ve değer dünyasını besleyecek damarların kurumasına yol açmaktadır. Yetersiz bir içgörü ve kifayetsiz bir fikir iklimi salgın bir hastalık gibi bütün akademik bünyeyi sarmaktadır. Bu iklimi besleyen temel yıkıcı etmenlerden birisini de haset ve kıskançlık duygusu oluşturmaktadır.
Akademi dünyamız, düşünsel zenginlik ve verimliliğin temini açısından akranlar arasında dayanışmayı ve akademik iş ortaklığını gerekli kılmaktadır. Ancak haset ve kıskançlık duygularının girdabına sürüklenmiş akademik insan kaynağımız sahici bir bilim geleneği üretebilecek bir ortaklaşmayı mümkün kılmamaktadır. Sistematik biçimde üretilen yadsıyıcı ilişki ağları ve çarpık kültürel zemin, akademide haset duygusunu beslemektedir. Kendisinin sahip olmadığı nitelik ve yetkinlikler üzerinden akranını/meslektaşını haset etme duygusu, akademide etik bir körelmeye yol açmaktadır.
Kuşkusuz, akademinin araştırma veya bilgi üretme mekanizması, epistemik cemaatleşmeyi ve kolektif bir çabayı gerektirmektedir. Ancak haset etme duygusu, irrasyonel biçimde var olanı yok sayma, değersizleştirme, görmemezlikten gelme veya aldatıcı referanslama pratiklerine yol açmaktadır. Hâlbuki bilgisel gelişim ancak, yatay bir ilişki düzeneğinde kurulacak olan bilgi/bilim topluluğu marifetiyle mümkün olabilir. Bu yüzden, akademik camianın bünyesel anlamda birbirini besleyen bir davranış kültürüne ve kodlarına sahip olması gerekmektedir.
Bu patolojik duygu durumu, üniversite bünyesindeki akademik birimlerin gelişimini de sekteye uğratmaktadır. İlgili birimlerde görevli/sorumlu akademisyenlerin bilimsel kaygı düzeyleri tayin edici olmaktadır. Bu birimlerde sorumlu olan akademisyenlerin kimi zaman temellük edici tutumları, ilgili akademik birimlerin güdükleşmesine yol açmaktadır. Bu duygu durumunu besleyen temel etkenlerden birisini, özgüven eksikliği ve kifayetsizlik hissi oluşturmaktadır. Akademisyenliğin bilgi merkezli bir iktidar alanı olarak değil de idari ve/ya statüsel bir otorite aygıtı olarak görülmesi bu patolojik hâlin sürmesine yol açmaktadır. Kimi zaman kadro tahsislerindeki yıkıcı rekabet koşulları da bu durumu teşvik etmektedir.
Akademik titrlerin, idari statülerin, görece tanınırlılığı yüksek olan üniversitelere mensubiyetin gölgesinde barınmak zihinsel ataletin doğurduğu yetersizliği örtmek için kullanılmaktadır. Bu durum, akademinin duygu-durumsal anlamda dumura uğramasına yol açmakta ve üretken bir akademik aklın yeşermesini imkânsızlaştırmaktadır. Akademi dünyamız kuşkusuz, kendisini kısırlaştıran bu hastalıklı hâlden arınabilmenin iç dinamiklerini ve davranış kodlarını üretebilecek bir olgunluktadır. Bu noktada akademik camiamız, liyakat merkezli bir kurumsal alenileşme saikiyle sahih bir ethos geliştirmek durumundadır. Aksi hâlde bu çoraklaşma, tüm akademik bünyeyi saracaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.