Küresel sistemin çöküşü ve Türkiye umudu

A -
A +
Küresel siyasal sistemi dönüşüme uğratan; küresel iktidar merkezlerini ve aktörlerini değiştiren iktidar savaşlarına tanıklık etmekteyiz. Sürdürülebilirliğini kaybeden küresel sistemin çöküş eğilimi göstermesi karşısında bu güçler, iktidarlarını tahkim edebilmek adına içe dönük sistemsel bir konsolidasyon süreci başlatmışlardır. Depresif bir küresel siyaset ve kırılgan bir global ekonomik gerçeklikle karşı karşıyayız. Küresel sistem, bölgesel gelir dengesizlikleri, kimlik bunalımları, ötekileştirilmiş etnik ve sosyal sınıflar, güvensiz toplumlar, küresel adaletsizlikler, vekalet savaşlarının yıkım tabloları ve yaygın yoksulluklar gibi derin insani, siyasi ve sosyal krizler üretmektedir.
Değişen enerji havzaları, çeşitlenen enerji kaynakları; dönüşen güvenlik politikaları; demografik mobilizasyonlar; ve küresel kapitalist sistemin değişen dinamikleri üzerinden tanımlanabilecek olan yeni küresel güç merkezleri bulunmaktadır. Bu dönüştürücü ve yıkıcı global durum, yeni küresel güç merkezlerinin doğumuna yol açmaktadır. Normatif değerleri hızla tüketen küresel sistemin, sosyolojik meşruiyetini tümden yitirdiğine şahitlik etmekteyiz. İnsanlığın ufkunu karartan bu tablo karşısında, ‘küresel adalet ve merhametin kalbi’ olacak yeni bir dünya düzeni umudunu taşıyoruz.
Türkiye, küresel bir aktör olarak bu yeni umudun adıdır. Türkiye, ‘adalet ve merhametin kalbi’ olarak tarihî misyonunu icra etmek suretiyle bu umudu büyütüyor. Ekonomik iktidarı küçüldükçe saldırganlaşan; sosyolojik olarak çoğulculaştıkça ötekileştiren; demografik olarak zenginleştikçe
dışsallaştıran; ve kültürel olarak çeşitlendikçe düşmanlaştıran; mevcut küresel aktörler karşısında, dünyada büyük Türkiye umudu yükseliyor.
Adalet ve merhamet çağrısında bulundukça büyüyen, mazlumlara ve yurtsuzlara kucak açtıkça güçlenen bir Türkiye var!
Öte yandan liberal ekonomik düzeni aşındıkça, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler alanında üretmiş olduğu normları askıya alan bir küresel iktidar bulunmaktadır. Sınıf merkezli çatışmalar ekseninde inşa edilen bu iktidarın mihverini, siyasal/ekonomik haklarla güvence altına alınmaya çalışılan sermaye bölüşümü oluşturmaktadır. Bu yırtıcı sistem, sermaye iktidarını zaafa uğratabilecek demokratik kazanımları kolaylıkla feda edebilecek karakterdedir. Öyle ki, ekonomik krizler, küresel iktidar coğrafyalarında ötekileştirme, ırkçılık ve faşizmin yükselmesine yol açmıştır.
Hukuku durumsallaştıran bu iktidar anlayışı, varlığını farklılıkların yok edilmesine bağlamaktadır. Bu küresel iktidar, çoğulculuk ve bir arada yaşama gibi normatif toplumsal değerlerin politik alanda kamusal varlığına tahammülsüzdür. Nitekim ‘demokrasi, insan hakları ve özgürlük’ bağlamında üretmiş olduğu söylemlere kayıtsız kalan Batı dünyası, çoğulcu toplumsal yapıları taşıyabilme kudretini yitirmiş durumdadır.
Öte yandan Türkiye, özgün siyasi tarihinde demokratik devlet kazanımlarını bir sınıfsal mücadele, sermaye birikimi ve bölüşümü üzerinden kurmamıştır. Devlet ile millet arasında yapılandırılmış olan ilişki, bürokratik elitler ile milletin temsilcileri olan seçilmişler arasında bir demokratik meşruiyet ve temsiliyet mücadelesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Milletimizin demokratikleşme mücadelesi, sermaye merkezli bir iktidar bölüşümü şeklinde değil, siyasal toplum olarak meşruiyetin kaynağı olma mücadelesi biçiminde tezahür etmiştir. Meşru sınırları içerisinde siyasal bir özne olarak kendini ifade edebilmenin mecrasını var edebilme mücadelesi olmuştur. Bu mücadele, demokrasiyi araçsallaştıran ve hukuku durumsallaştıran küresel iktidarlar karşısında demokrasi talepkârlığımızın sahiciliğini kanıtlamaktadır.
Küresel sermayenin güdümünden çıkarak küresel sistem ile ilişkisini sürdüren Türkiye, öze temas eden bu demokratik duruşunu tahkim etmek durumundadır. Kürenin yaşamakta olduğu bu kırılgan ve anomalik hâl karşısında Türkiye, doğrudan halk iradesi üzerinde temellenecek olan millî egemenliğini pekiştirmek suretiyle bu süreçte daha da güçlenecektir. Önümüzdeki süreçte Türkiye, sistemsel reformunu gerçekleştirerek demokratik konsolidasyonunu tamamlarsa, yeni küresel sistemin adalet ve hakkaniyet merkezi olacaktır. Dâhili ve harici bütün ihanet ve kuşatmalara rağmen, diri kalabilmeyi başarmış olan Türkiye, bu kudrete sahip olduğunu bu kritik dönemde demokratik devlet pratiğini sükûnetle sürdürerek ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, küresel sistemin norm değerleri açısından çöküntüye uğradığı bu dönemde Türkiye, biçimsel ve maddi anlamda anayasal sistemine ârız olan demokratik meşruiyet sorununu, gerçekleşecek sistem reformu ile çözmesi durumunda küresel bir aktör olarak konumunu daha da pekiştirecektir.
Tel’în: Masumiyeti katleden küresel sistemin bütün düşkün kan emici aktörlerini ve iş birlikçilerini lanetliyorum!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.