Azınlıklar meselesi

A -
A +
Osmanlı azınlıkları yalnız fethin neticesi değil, her türlü baskı ve zulümden kaçan her ırk ve dinden insanların sığınması veya müsâmahası ile oluşmuş bir topluluktu. Osmanlı mülküne sığınan bu insanlar artık hukûkî bir mes’ele oluşturdular. Hattâ İslâmiyet’e en uzak diye bilinen Yahûdî topluluk bile Osmanlının himâyesine sığındı

 

 
Ekalliyet veyâ azınlık, hukûkî, dînî, ekonomik ve kültüre bir terimdir. Münhasıran (yalnız ona mahsus) millet bünyesinde yaşayan ayrı topluluk olarak bilinir. Hemen her millette azınlık veyâ diaspora vardır. Devletlerin tutumlarına göre bâzı azınlıklar zulüm, kıyım ve sürgünlere de muhâtap olmuşlardır.
Türk toplumundaki azınlıklara, Tanzîmat’tan önce, Tanzîmat’tan sonra ve Cumhûriyet dönemlerinde ayrı ayrı bakmak lâzım. Orta Çağ’ın genel görünümünde hemen her imparatorlukta fetih, istîlâ ve işgâl olayları dolayısıyla azınlıklar hep var olmuştur.  Osmanlı fethettiği topraklara ve bunların idârî birimi olan uçlara kendi askerlerinden belli bir miktar bırakır, bu kitle nüfus yönüyle azınlık olmasına rağmen, idâreci durumunda oldukları için azınlık statüsünde olmazlardı.
Sultan Fâtih de İstanbul ve Trabzon’u fethettiği zaman bâzı uygulamalarda bulundu. Meselâ İstanbul’a Anadolu’nun muhtelif yerlerinden Türk nüfusu iskân etti. Lâleli-Aksaray semti bu şekilde kuruldu. Trabzon fethinden sonra da Fâtih Sultan Muhammed Han, Türk nüfûsu oluşturmak için Gümüşhâne ve Bayburt yöresinden getirttiği Türk kızlarını orada tuttuğu bir Sekban bölüğü neferleriyle izdivaç ettirdi.
Osmanlı azınlıkları yalnız fethin neticesi değil, her türlü baskı ve zulümden kaçan her ırk ve dinden insanların sığınması veya müsâmahası ile oluşmuş bir topluluktu. Osmanlı mülküne sığınan bu insanlar artık hukûkî bir mes’ele oluşturdular. Hattâ İslâmiyet’e en uzak diye bilinen Yahûdî topluluk bile Osmanlının himâyesine sığındı. II. Bâyezîd Elhamra Kararnâmesi ile İspanya’yı terk etmek zorunda bırakılan Yahûdîlere kucak açmış, üstelik Kemal Reis komutasında Osmanlı donanmasını İspanya’ya göndererek 150.000 Yahûdî’nin güvenle Osmanlı topraklarına ulaşmasını sağlamıştır.
Azınlıklar meselesi
“Osmanlı pâdişâhları yayınladıkları fermanlarla yerel yöneticilere bu sığınmacıların ülkeye giriş ve yerleşmelerine karışılmamasını, iyi davranılmasını, tersine davranışların cezâlandırılacaklarını belirtmiş, onları tebaası olarak koruma altına almışlardır.
Azınlıkların hukûkî statüleri yaşadıkları ülkelerin hukuk sistemiyle belirlenir. Osmanlı Devleti’nde de azınlıklar ülkede uygulanmakta olan İslâm hukûkuna uygun olarak etnik kökenleri dikkate alınmadan sâdece mensup oldukları din veyâ mezhep esâsına göre gruplandırılmışlardır. Bu nedenle Osmanlı halkı, Türk, Rum, Bulgar veyâ  Arap değil; Müslümân, Katolik, Ortodoks  ve Yahûdî olarak kümelendirilmişlerdir. Fâtih’ten îtibâren bunlara din veyâ mezhep anlamına gelen Arapça “millet” adı verilmiştir. İslâm milleti, Rum milleti, Yahûdî milleti gibi...” (Türk Hukuk Târîhinde Âzınlıklar, Doç. Dr. Gülnihal Bozkurt, Ank. Hukuk Fak. Sunum Metni, s. 149, 19892 Ankara)
(Bugün de bütün dünyanın gözleri önünde asrın insanlık dramı yaşanırken Irak ve bilhassa Sûriye bölgesinde katliâmdan kaçan sığınmacılara kucak açan devlet, sâdece Türkiye olmuştur. Milyarlarla oynayan Arap ülkeleri kendi ırkdaş ve dindaşlarına duyarsız kalıp sınırlarını kapatırken, Türkiye, yine atalarına ve târîhine yakışanını yapmış, büyük bir idârî, ekonomik ve âsâyiş risklerini göze alarak bu insanlık dramına sessiz kalmamış ve 6.000.000’luk bir nüfus için âdetâ yeni bir şehir oluşturmuştur. Elbette bunların büyük problemlere yol açacağı biliniyordu. Öyle de oldu. Ülkemizde sıkıntılara yol açtılar. Darp, hırsızlık, cinâyet ve buna benzer bir sürü âsâyiş problemi bunların varlığı ile alâkalandırıldı. İstatistikler aynı şeyi söylemese de bunun büyük bir kısmı doğrudur. Bunları hiç kimse zâten reddetmiyor.  Sefâletten harpten kaçmış gibi görünen bu sığınmacılar niye askerlik yapmıyor,  niye vatanlarında kalıp zulme direnmiyor diye eleştiriliyorlar. Zâhiren bakıldığında bu doğrudur. Fakat hangi orduda savaşacaklarını bile bilmiyorlar. Zâlim Esad’a karşı nerede saf tutacaklar? ÖSO’da mı? Yâni? Özgür Sûriye Ordusu. İç savaşı sırasında rejimi yıkmak isteyip firâr eden askerler tarafından 2011’de kurulmuş ve hemen tamâmına yakını eğitimli asker ve komutanlardan oluşan sistemli bir ordudur bu… Fakat hiç askerî eğitim almamış, başıbozuk sivillerin burada faydalı olması mümkün değildir.
Bu vatanları parça parça olmuş, ekmek, aş ve işi olmayan harp nesli yol yordam öğrenmek ve yaşayabilmek için Türklere sığındılar. Bunlara nasıl hayır diyebilirdik. Bunları nasıl tekrar ölümün kucağına atabilirdik. Ümmet şuuru olan hiçbir Müslüman başka türlü düşünemezdi. Zamânı geldiğinde ve sükûnet sağlandığında bu garipler elbette topraklarına döneceklerdir. Kim ata mezarlarının bulunduğu, göbeğinin kesildiği anavatanını terk etmek ister ki?
Bakın dün 26 Haziran’da yine insanlık dışı bir drama bütün dünyâ şâhit oldu. Fas’ın Melilla şehrinden İspanya’ya geçmek isteyen 1500’den fazla kaçak göçmen sınır kapısına dayandı. Polis bu sığınmacılara ateş açtı. 30’dan fazla sığınmacı öldü. 50’den fazla ağır yaralı var.  Avrupa Birliği sessizliğe gömüldü. Polis Müdürü polislere bu katliâm için teşekkür etti. Bunlar Endülüs Müslümanlarına da, Yahûdîlere de aynı şeyi yaptılar. Avrupa’nın her şehrinde bu göçmenler aynı yüz kızartıcı muâmeleyi uyguladılar. Batı barbardır. Merhametsizdir. Bencildir. Menfaatperesttir. Hâsılı insanlık dışı hangi rezâlet varsa bunlarda kat kat vardır.
Şimdi benim ülkemde bunları insan bile görmeyen, bunları hemen o topraklara gönderelim diyen insanlar var. Unutmayın, ırkdaşlarımız Kırım Tatarları da bu insaf dışı düşünce yüzünden sürgünlerde can verdi. Boraltan Köprüsünde bize sığınan Âzerî Türk kardeşlerimizi ölüme terk eden bir zihniyeti aslâ kabul etmiyoruz. Çünkü biz ümmet şuuruna sâhip Müslüman Türk milletiyiz ve bununla şeref kazanmışız. Topraklarımızda hâlâ  Ahıska, Doğu Türkistan, Özbek ve benzeri Türk kardeşlerimiz bizimle berâber yaşıyorlar. Ömürleri olduğu kadar yaşasınlar. Biz bu kardeşlerimizi de bağrımıza basmaktan büyük bir haz duyuyoruz. Efendimiz’in Hicret yolunu benimseyerek göçen bu mazlumlara merhamet her Müslümân’ın boynuna borçtur.)
Osmanlıda azınlıklar ayrı din mezhep ve ırklardan oluştukları için kendi grupları içinde ayrı koloniler gibi yaşamışlardır
“Osmanlı azınlık grupları ile devletin Müslümân uyrukları arasında önemli hukûkî statü farklılıkları vardı. Müslümânlara İslâm hukûku ve örfî hukuk krallarını uygulanırken azınlıklar özel hukuk alanında  (kişi, âile, mîras, borçlar ve ticâret hukûku alanlarında) mensûp oldukları toplumun din ve sosyal Hayatlarının kurallarına ve kamu hukûku alanında İslâm hukûkunun Müslümân olmayanlar için koyduğu kurallara tâbi’ tutuluyorlardı. Meselâ kendi mahallelerinde yan yana yaşayan azınlıklara kutsal sayılan bâzı bölgelerde (Eyüp Sultan türbesi civârında veyâ câmilere bitişik veyâ çok yakın evlerde  oturmaları yasaklanmıştı.) Müslüman evleri azınlık evlerinden daha yüksek olmalıydı. Sultan III. Selîm devrinde azınlık evleri siyaha boyanmıştır. Hamamlarda farklı renkte havlu kullanırlar ve takunya giymezlerdi. İzinsiz ata binemezler ve yine izinsiz silâh taşıyamazlardı. Bu durumda askerlik hizmetinde bulunamazlar ve cizye vergisi öderlerdi.  (Türk Hukuk Tarihi Age sunum s. 51)
Osmanlı toplumunda yaşayan azınlıklar örfî hukukun bâzı yaptırımlarına da uyarlardı. Meselâ kendilerine mahsus bir şapka takarlar veyâ başlarını da bağlayabilirlerdi. Erkekler sarık sarmazlar ama fes veyâ keçe külâh giyerlerdi. 19. asra kadar Hristiyan azınlıklar fötr şapka takmazlardı. Yalnız müste’menler ve tüccarlar bu kuralın dışında idi.
Azınlıklar kamuda çalışmazlar, Müslümân kadınlarla evlenemezlerdi. Çok ilginç bir uygulama da şuydu: Meselâ bir Müslümân’la gayr-i müslim aynı suçu işlerlerse Müslümân’ın suçu gayr-i müslimin iki katı olurdu.
Türkler Anadolu’da ilk devlet temellerini atmaya başlayınca azınlıklar olmuş, özellikle Bizans zulmünden kaçan köylü ve çiftçiler Türk obalarına bile sığınmışlar, Osmanlıda fetihlerle çoğalmış ve tabîî ki bunun için şerîat sistemi içinde zimmî hukûku geliştirilmiş ve bu haklara titizlikle riâyet edilmiştir. Modern Türk Devleti’nde azınlık kavramı yerini vatandaşlık kavramına bırakmıştır.
 
MİLLET-İ HÂKİME…
 
Osmanlıda aslî unsur Türk’tü. Sünnî Müslümân halka “Millet-i hâkime” denirdi. “Millet-i mahkûme” ise askere gitmeyip cizye ve mülkiyetlerinde olan toprak için haraç vergisi ödeyen gayr-i müslimlerdi.
Osmanlıda azınlıklar kendi dillerini konuşmakta, dînî törenlerinde, nikâh ve cenâzelerinde din ve hattâ mezheplerine göre davranmaları serbestti.
İmparatorluk Türkiyesi’nde Türklerin yazılı olmayan fakat geleneğe (örf) dayanan imtiyazlı durumları çoktur. Devletin bütün eğitim, kültür, adâlet ve din mekanizmasını mutlak elinde tutan ilmiye sınıfında Türk olmayan Müslüman kavimlerin nispeti hiçbir devirde onda biri bulmamıştır.
Tanzîmat’tan sonra bile azınlık olan paşalar ancak ilmiyye sınıfından olup eğitim, bayındırlık ve bâzı bürokratik kalemlerde de çalışmış olmasına rağmen seyfiyye (ordu) paşası olamamışlardır.  (Yılmaz Öztuna, Ötüken Yayınları, Büyük Osmanlı Târîhi, 8. Cilt, s. 18-21, 1992 İstanbul)
 
AZINLIK SALTANÂTI
 
Osmanlıda azınlıklar, azınlık olduklarını bile bilmeden askerlik hâriç hemen hemen bütün üst makamlara gelmişler, zengin olmuşlar ve Büyük Harp sonrasında da bunun meyvesini toplayarak Cumhûriyet’in en zenginleri arasına girmişlerdir.
Osmanlıda Seyfiye sınıfında Sadr-ı a’zam, Kubbealtı Vezirleri, Yeniçeri Ağası, Kaptan-ı deryâ, İlmiyye sınıfında  Kazasker, Şeyhulislâm olamamakla birlikte, Kalemiyye sınıfında Nişancı, Defterdâr ve Reisü’l-küttâb gibi üst düzey görevliler çalışırdı.
Hazine-i Hâssa nâzırları: Agop Ohannes Kazanyan (1891-1897) Mikâil Portakalyan Efendi (1891-1897) Ohannes Sakız Efendi ( 1897-1908).
Nâfia Nâzırları: Ohannes Çamiç Efendi (1877-1878) Aleksandr Karateodori Paşa (1878)
Orman ve Maâdin Nâzırları: Mavro Korodato  Efendi (1908- 1909)  Aristidi Paşa (1908)
Ayrıca Âyân üyeleri: Azaryan Efendi, Basarya Efendi, Bohor Efendi, Fethi Franko Bey, Gabriyel Noradonkyan Efendi,  Mavroyeni Bey, Oksanti Efendi Yorgiyadis Efendi, Aram Efendi, Popoviiç Temko Efendi.
Hâriciye nâzırları: Aleksandros Karateodori Paşa (1878- 1879, Gabriel ve Sava Paşa.
 
OSMANLININ MAYASI TÜRK’TÜR
 
Osmanlıda Türkler ikinci sınıf muâmele gördü diyenler bu gerçeklere ters düştüklerinin ya farkında değildirler yahut bilerek yalan söylüyorlardır. Osmanlının esâsı ve mayası Türk’tür. Türkler de Müslüman olmaları hasebiyle Hristiyanlardan üstün ve şerefli idiler. Çünkü İslamiyet’ten daha büyük bir şeref yoktur. Hristiyan sığınmacılar korunmaları, ev-bark, nâmus, çoluk çocuk, âile fertleriyle hiçbir kaygı duymadan İslâm’ın adâleti sâyesinde huzûr içinde yaşadıkları için özellikle Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şeriflerde baş vergisi olarak tanımlanan cizye vergisi ile arazî için ödenen vergi olarak kullanılmaktadır. İslâmiyetle birlikte bütün İslâm ülkelerinde arâzî için ödenen vergilere haraç adı verilmeye başlamıştır. Toprağından mahsul alamayan gayr-i müslimlerden haraç da alınmazdı; çünkü arâzî-i haraciyye mahsullerinden haraç vergisi alınan topraktır.
Şerîat’in hükümlerine harfiyyen uyan Osmanlıda haksızlık büyük bir cezâ gerektirdiği için hukuk sistemi kul haklarına hele hele Hristiyan haklarına daha çok riâyet ederdi. Zimmîlerin, hukûkun işlemesinde şüphe etmeleri bile Osmanlı için züldü.
Kısacası Osmanlıda aslî unsur olan Türkler ve bunun yanında bütün Müslüman tebaa ümmet kavramı çerçevesinde millet-i hâkime, gayr-i müslimler ise millet-i mahkûme idi. Fakat genel insan hakları kavramında hâkim ve mahkûm arasında hiçbir fark yoktu.
Hiç düşünülmüş müdür ki bu aşîret ve çadır temelli dünyâ hâkimi devlet nasıl 620 yıl yaşadı? Tek cevâbı adâletti.
Gerek gayr-i müslim gerekse Müslüman tebaa üzerine Osmanlının yıkılmasıyla kurulan ve yamalı bohça gibi olan devletlerde huzûr da el etek çekmiştir. Balkanlar ve Orta Doğu cadı kazanı ve fitne yuvası olmuştur. Şimdi “Keşke bu Osmanlının millet-i mahkûmesi olsak” derler mi bilmem ama bu günleri hazırlayan Genç Osmanlılar, Jön Türkler ve İttihâtçılar yalnız ümmetin değil Osmanlı bünyesinde huzurla yaşayıp bugün bu huzûra hasret kalan insanların da vebâlini taşımaktadırlar.
Osmanlıya isyân eden Osmanlı tebaasının bugünkü nesli, daha çok çekeceksiniz. Unutmayın dedeleriniz yaptı siz mahkûm oldunuz. Genel bir kural vardır: “Dedenin yediği koruk torunun dişini kamaştırır.”
Bütün bunlara rağmen “Osmanlı azınlıklara iyi davranmadı” demek haksızlık değil, hadsizliktir!..
 
******************************
 
 Osmanlı Kudüs'ünde Rumların Çarşamba âyini…
 
Kayseri'de Osmanlı Ermenileri
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.