Peygamber Efendimizin açıklamalarına olan ihtiyaç

A -
A +
Kur'ân-ı kerîm kendisine indirilen Peygamber Efendimiz, âyet-i kerîmeleri açıklamayacak olsaydı, Allah'ın âyetlerinden murâd-ı İlâhînin ne olduğu tam anlaşılamazdı.
 
Şek ve şüphe yoktur ki, Kur'ân-ı kerîm kendisine indirilen Peygamber Efendimiz, âyet-i kerîmeleri açıklamayacak olsaydı, Allah'ın âyetlerinden murâd-ı İlâhînin ne olduğu tam anlaşılamazdı.
Çünkü Kur'ân-ı kerîmde "Namaz kılınız ve zekât veriniz…" (Bakara, 43; Nûr, 56) âyetiyle namaz kılma ve zekât verme emredilmiş, diğer âyetlerde bunların tafsîlâtından ancak bir kısmı beyân edilmiştir. Bunların bütün tafsîlâtını Sevgili Peygamberimiz, kavlî sünnetleriyle açıklamış, fiilî sünnetleriyle de amelî olarak tatbîk etmiş ve "Benim namaz kıldığımı gördüğünüz şekilde namaz kılınız" buyurmuştur.
Yine ifâde edelim ki, Bakara sûresinin 183. âyetinde orucun farz kılındığı belirtilmiş, burada ve oruçla ilgili diğer âyetlerde, meselâ "oruçlu iken unutarak yiyip içmenin hükmü" zikredilmemiştir.
Resûlullah'a bir kişi gelip "Yâ Resûlallah! Oruçlu iken unutarak yedim" dediğinde, O, Ahzâb sûresinin 5. âyetinden istinbât ederek, o kişinin orucunun sahîh, unutma ve hatânın da affedilmiş olduğunu beyân etmiştir.
Haccın farz kılındığına dâir Âl-i İmrân sûresinin 97. âyetinde ve konuyla alâkalı diğer âyetlerde, hacla ilgili bütün tafsîlât bulunmadığı için, Peygamber Efendimiz: "Hac menâsikinizi benden alınız" buyurmuştur.
Demek oluyor ki, Mâide sûresinin 67. ve Nahl sûresinin 44. âyetlerinde kasdolunan, Kur'ân lafızlarının mücerred olarak, sâdece teblîği değil, hem teblîği, hem de beyânıdır.
"Hiç şüphe yok ki Kur'ânı biz indirdik, muhakkak ki onu tahrîf ile tebdîlden (değişikliğe uğramaktan) biz koruyacağız" (Hicr sûresi, 9) buyuran yüce Allah, Kitâbı korumayı tekeffül buyurmuştur. Bu kefîl olma, Resûlullah'ın ona dâir beyânını da korumayı iktizâ eder.
Nitekim Dârul-Fünûn müderrislerinden Babanzâde Ahmed Naîm Efendi de bu mevzûda şunu kaydetmiştir: "Hicr suresinin 9. âyet-i kerîmesinin mutazammın olduğu (ihtivâ ettiği) va'd-i sâdık-ı İlâhî (Allah'ın doğru va'di), Kur'ânın elfâzı (lafızları) gibi manalarını da hıfzetmeyi tekeffül eder (korumayı üstlenir). Ehâdîs-i Nebeviyye (hadîs-i şerîfler) de, Nahl sûresinin 44. âyet-i kerîmesinin delâletiyle ma'ânî-yi Kur'âniyye (Kur'ânın manaları) cümlesindendir."
Şunu, altını çizerek belirtelim ki:
İslâm hukûkunda ilk kaynak olan Kur'ân-ı kerîmin ilk müfessiri Hazret-i Peygamber aleyhisselâm, Kur'ânın ilk tefsiri de O'nun sünneti olduğu için, Kur'ânı doğru anlayabilmek, İslâm Hukûku hakkında sağlam bilgi elde edebilmek için "Sünnet"in bilinmesinin önemi açıktır. Edille-i Şer'iyye'nin ikincisini teşkil eden "Sünnet"e ittibâ'ın lüzûmu, "Sünnet"in İslâm teşrîindeki yeri ve önemi de ortadadır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.