Tasavvuf büyüklerinin yazdığı bazı tefsîrler...

A -
A +
Müfessirler, Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); “Âlimler, Peygamberlerin vârisleridirler” buyurduğu büyük âlimlerdir.   Bir de tasavvuf büyüklerinin yazmış oldukları bazı "te’vil" kitapları vardır ki, bunlara "İşârî tefsîr" denilmiştir. Bu te’viller, onların sâf (temiz ve berrâk) kalplerine gelen ilhâmlar olup, "Allahü teâlânın dilediği bilgiler olabilir" denilmiştir. Onların hâllerini, onları tanıyanlar anlar ve onların yüksek derecelerine erişenler bilirler. Muhyiddîn-i İbn-i Arabî, Necmeddîn-i Kübrâ ve İsmâîl Hakkî Bursevî’nin tefsîrleri böyledir. Müfessirler (rahmetullahi aleyhim), Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); “Âlimler, Peygamberlerin vârisleridirler” buyurduğu büyük âlimlerdir. Tefsîrlerini bu yüksek mertebenin sâhipleri olarak, büyük bir dîn gayreti ve hassâsiyeti içerisinde yazmışlardır. Böyle olduğu hâlde, o büyüklerin tefsîrleri hakkında; “Eski tefsîrler İsrâîliyyâtla doludur” denilerek lekelenmeye çalışılmaktadır. İsrâîliyyât, ya ehl-i kitâbın bizzat ağzından, yâhut onların ele geçen kitaplarından nakledilen rivâyetlerdir. İslâmiyetin ilk zamanlarında, fitne ve fesâda sebep olur endişesiyle, İsrâiloğullarına âit haberlerin nakil ve kitaplarının mütâlaa edilmesi menolunmuştu. Sonradan dînî akîdeler, şer’î (dînî) hükümler iyice yerleşince o mahzûr kalkmış, Benî İsrâîl’e âit hâdiselerin nakli mübâh kılınmış, izin verilmiştir.  Tefsîr ilminde müctehid mertebesine yükselen müfessirler, eserlerinde eğer İsrâîliyyâta yer vermişlerse, bunu câiz olduğu için yapmışlardır. Câiz olmasaydı yapmazlardı. Bununla berâber, onlar bu işi yapmakla, Benî İsrâîl’e (İsrâîl oğullarına) âit haberlerden nelerin nasıl alınabileceğine dâir de kendilerinden sonrakilere güzel bir nümûne ve ölçü vermiş olduklarını da dikkate almak lâzımdır. Bu sebeple, İsrâîliyyât bulunduğunu söyleyerek, bu mevzûları bilmeyenler nazarında, bu tefsîrlerin ve sâhiplerinin kıymetini düşürmek gâyet hatâlı bir iştir. Bu tefsîrler hakkında söylenen diğer bir husûs da, onlarda mevdû’ hadîs bulunduğudur. Hadîs usûlü ilminde müctehid olan bir âlimin bir hadîsin mevdû’ olduğunu söylemesi; “Bir hadîsin sahîh olması için lüzûmlu gördüğüm şartlara göre mevdû’dur, yâni hadîs-i şerîf denilen bu sözün hadîs olması bence anlaşılmamıştır” demektir. Yoksa Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sözü değildir, demek istemez. Bu âlime göre hadîs olmaması, hakîkatte hadîs olmadığını göstermez. Bilakis hadîs usûlü ilminde müctehid olan başka bir âlim de bir hadîsin sahîh olması için aradığı şartları bu sözde bulunca, “Hadîstir, mevdû’ değildir” diyebilir. Bu sebeple Beydâvî gibi kıymetli tefsîrlerde mevdû’ hadîs var demek, onların kıymetini aslâ düşürmez. Böyle sözlerin ilmî bir kıymeti de yoktur...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.