Bildiğini okumaya devam ediyordu Erkara...

A -
A +
Ailesi onun ilim öğrenmesini istiyor, o medreselerden âdeta nefret ediyordu...
 
Yine bugün derin bir ızdırap içinde kıvranıyordu Erkara. Anası, babası kardeşleri ve yakın arkadaşları hepsi ağız birliği etmişçesine ona çılgın nazarıyla bakıyordu. Çünkü her şeyi ters anlamaya, yanlış yapmaya şartlanmıştı. Onlar Emir Sultan hazretlerinin dergâhına gitmesini istiyor, o başka yerlerden medet umuyordu. Onlar Doğan Bey’le birlikte akından akına gitmesini istiyor, o başka ahbaplar peşindeydi. Onlar ilim öğrenmesini istiyor, o medreselerden âdeta nefret ediyordu. O kadar aykırılık, terslik vardı ki hangi biri sayılacaktı.
“Acaba bu densizliklerime sahiden inanıyorlar mı? Deli gibi önüne geleni azarla, canın istemediğini vur kır. Sonra erlerin, beylerin hakkı diye inadına seni istemeyen kızları zorla almaya kalkış. Olur iş değil. Ben hakikaten biraz şey… neyse söylemeyeyim!..” diyerek bildiğini okumaya devam etti Erkara...
               ***
Oysa Doğan Bey, Erkara hakkında tam tersini düşünüyordu… Hiçbir Allah’ın kulunun malında, makamında gözü olmadığını biliyor, kendini iyi tanıdığını zannediyordu Doğan Bey. Erkara’yla yıldızının barışık olmadığının sebeplerini arıyor bir yol bulamıyordu. Kaç defa gidip Erkara’yı karşısına alıp, konuşmak istemiş, olmamıştı. Biraz önce de selam vermeye hazırlanırken yüzünü dönüp gitmesi sebebiyle yine becerememişti. Oysa hep; “Gel kardeşim bölüşemediğimiz neyimiz var?” Kafa kafaya verip, bu sualin cevabını bulmak, dostça el sıkışmak, sonra… Sonra da; “Gücümüzü küffara, Osmanlı düşmanlarına karşı birleştirelim” demek geliyordu içinden. Maalesef olmuyor. Olamıyordu bir türlü.
Kafası, duyguları karmakarışıktı. “Ne yapsam ki? En iyisi Hocam Emir Sultan’a bu sıkıntımı açayım” diyerek dergâhın yolunu tuttu. Sokak başında, kenarda duran, biraz önce Erkara’nın pas geçtiği fukara kız çocuğuna takıldı gözleri. Dayanamadı, yanına gitti. Şefkatle başını okşadı. Cebinden çıkardığı birkaç akçeyi, kimsecikler görmeden minimini avuçlarına sıkıştırdı. Fakirliğin, parasızlığın zorluğunu biliyordu. İçi burkuldu. Ne yer? Ne içerlerdi? Nasıl geçinirlerdi? Bu yavrucukların akıbetini düşünmek bile istemiyordu. Sonu… Sonu el açıp dilenci olacaklardı zavallılar.
Yaşaran gözlerinin önüne erkeksiz, biçare kadınlar, aç, susuz köyler, ıssız ovalar, yaylalar, viran tekkeler, yıkık kervansaraylı yollar daha neler, neler geliverdi bu tıfıl yavrucağızın simasını seyrederken. “Keşke biraz vurdumduymaz, hissiz ve duyarsız olsaydım” demek geldi içinden. Yutkundu. Gözlerinden iki damla yaş kızgın sacın üzerine düşer gibi cız, diyerek yürekceğizini dağladı.
- Doğan, kafama takıldı bu cübbeli, sesiyle daldığı âleminden uyandı. Gelen samimi arkadaşı Murat’tı. Kol kola girip yürümeye başladılar. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.