"Mazide kalan şeyler benim çektiklerim..."

A -
A +

"Birbirine benzeyen, çaresiz günler kadar insanı bitiren bir işkence olamaz."

 
Bu penceresiz, havasız odada Yoldaşlarının koyduğu kınalı pöstekiye bağdaş kurmuş içinde bulunduğu durumu tahlil ederken, hiç erdem sahibi olmadığının acısını duydu yüreğinde. Çok fena şeyler düşünüyordu çünkü. Erkara’yı devletine karşı, bu yeni Hurufiyi de maneviyata karşı kullanacaktı...
Ayak tıkırtılarına konuşmalarını kesip, kapıya baktılar. Güneşin soldurduğu kalın, yamalı ve kirli giysileri içinde bir ihtiyar görünüverdi kapıdan. Saçı sakalı alaca beyazdı. Alt ve üst dudaklarını kapatmış kır bıyıkları, “mağara adamı” hissi uyandırıyordu insanda. Kamburunu düzeltir gibi yaptı. Elleri ayakları titriyordu. Bir müddet ilk defa gördüğü, yeni tanıştığı bu insanlara baktı.
- Merhaba dervişler, dedi. Odanın içinde kendine ayrıldığını tahmin ettiği yaban keçisi derisinden yapılmış postun üzerine oturdu. Kripto, gayet nazikçe selamını aldı. Hürmetle hatırını sordu.
- Artık yalnız değilsiniz.
- Birbirine benzeyen, çaresiz günler kadar insanı bitiren bir işkence olamaz. Neyse ki sizinkiler çıktı karşıma.
- İyi ki çıkmışız. O günler mazide kaldı.
- Mazide kalan şeyler benim çektiklerim. Onları bilmeden intikam duygularımı anlatamam ki, deyip oradakilerin yüzlerine baktı. İfadelerinden tepkilerini ölçmek istiyordu aklınca. Kripto, yeteri kadar vakitlerinin olduğunu nasıl isterse öyle yapmasını vurgulayarak, elemanlarına döndü.
- Hamamı yakın. Yeni libaslar ve tabii ki yiyecek bi şeyler hazırlayın… Oradakiler yaydan çıkmış ok misali fırladılar. Hurufiye dönüp;
- Biz bize kaldık hadi anlat bakalım. Seni dinliyorum.
- Horasan’ın kervan geçmez, kuş konmaz dağları, yaylaları, terk edilmiş köyleri yurdumuz, sahipsiz cahil halkı ise muhataplarımız olmuştu. Kısa zamanda çığ gibi büyüdük. Vadilere sığmadık. Paramızı, malımızı, mülkümüzü sayamaz olduk. At, deve, sığır nahırlarımız, davar sürülerimiz otlakları doldurup taştı. Bütün Hurufiler zevki sefa içinde bolluk bereketle dolu olarak yaşıyorduk. Göçer boylar, aşiretler, itilmiş, hor görülmüş aileler öbek öbek kafilemize, yeni dünyamıza katılıyor. Her günümüz bir öncekinden daha güçlü, daha kalabalık oluyordu. Süt ve gül suyu hamamlarında yüzüyor, şarap havuzlarına dalıp, haşhaş dumanlarıyla mest oluyorduk. Sözün kısası hayallerimizdeki cenneti kurmuştuk. İliklerimize kadar yaşıyor, yaşatıyorduk. Gün doğusundan Hindistan’a, gün batısından Rum diyarına kadar taraftarlarımız olmuştu. Ta ki o Temur denilen adam çıkana kadar...
Hurufi anlattıkça içerleniyor, hayıflanıyor kahırlanıyordu. Onun “Temur” dediği Timur Han’dan başkası değildi. Önce yurtlarını, sonra sayısını tam bilemediği taraftarlarını, sazendelerini, nazendelerini ince belli, her biri birbirinden güzel, Hint, Acem, Türk, Arap, Afgan güzellerini kaybettiğini saydı döktü. Birkaç güvendiği adamıyla ta buralara kadar kaçmıştı. Uzun zaman köhne yerlerde saklanmış, istirahat etmişti. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.