Erkara, Sultan'ın yanında çok edepli görünüyordu!..

A -
A +
Duygusal ve huzurlu havayı yakalamışken Erkara, sinsi adımlarla Sultana yaklaştı!..
 
Yıldırım Han, eliyle sıkı sıkıya tutup hissetmeyince bir şeyin varlığına karar vermezdi. Göz de kulak da eksikti, kusurluydu ona göre. “Karanlıkta görmeyen gözden, her sesi tam duyup ayırtamayan kulaktan ne hayır gelirdi?.. Allahü teâlâ eksikliğini göstermesin. Onlarsız ne günümüz vardı. Lakin yanılacaklarını ve nice beyleri, paşaları, hükümdarları yanıltacaklarını da herkes bilmeliydi. Göz de kulak da sanki birer aldatılma kapısıydı. Yalanlar, hileler, hurdalar insana hep bu dört açık kapıdan girmiyor muydu? Bütün şaklabanlar, münafıklar, dil ile dost, kalbiyle düşman olanlar, dimağımıza hücum için bu uzuvlarımıza koşmuyorlar mıydı? Fakat el, öyle miydi? Bir şeyi tutup, yakaladı mı bırakmazdı. Evirir, çevirir, yoklar, sıcaklığını, soğukluğunu, sertliğini, yumuşaklığını, sağlamlığını, çürüklüğünü, velhasıl işe yarayıp, yaramayacağını gayet iyi ölçer, biçer, anlar, hiç külyutmaz, diğerlerinin açığını da hep o tamamlardı” diye düşünürdü Hakan.
Hadiseleri duygularıyla, sezgileriyle değil, hakikatlerin ışığında çözer, sebep, sonuç ilişkilerini çok etraflıca ölçer, tartar, sentezler, ilmine, aklına ve memleket sevgisine tam inandığı gönül ehli zevatla istişare eder, niyetini mutlaka düzelterek karar verir, sonra da verdiği karardan ne pahasına olursa olsun dönmezdi. Hadiselerin sağlıklı neticelenmesi için uzun zamana yayar, asla gevşemez, gevşetmez ve görmezlikten gelmezdi. Muvaffak olmasının sırrı belki de bu karakterinde gizliydi.
Yıldırım Han, Engiros Kalesi’nin fethinde kızının kaçırıldığı haberine çok içerlemiş, kahırlanmıştı. Aşırı üzüntü ve kederinden fazla araştırma yapmadan vermiş olduğu ani karar sonunda, kırk güvendiği yiğidini kaybetmiş. Sevgili ve şerefli Peygamberimizin mübarek zerrelerini taşıyan Seyyid Emir Sultan Hazretlerini, iffetli kerimesi Hundi Sultan’ı ve numune insan refikasını incitmişti. Muharebe şartlarında elinde olmadan düştüğü bu hatayı bir daha tekrarlamamak için kılı kırk yarar, ince eleyip sık dokur olmuştu.
Sultan ayağa kalktı. Bütün zevat da aynı refleksle bulundukları yerlerden doğrulup, hürmetle baktılar. Bu şiir ziyafetinden dolayı herkese teşekkür etti. Hayırlı geceler diledi. Vakarla ilerledi. Hurufi’nin yanına geldi. Oldukça samimi ve içten görünüyor, tebessüm ediyordu. Onlarca seçkin davetlinin hayran bakışları altında koluna girip, kapıya doğru ilerlediler.
Bu duygusal ve huzurlu havayı yakalamışken Erkara, sinsi adımlarla Sultana yaklaştı. Yalancıktan da olsa çok edepli görünerek, Seyyid efendinin Ulucami-i şerifte vaaz verme isteğini hatırlattı. Saygıyla geri çekildi. Nazikçe boyun büktü.
“Pekâlâ…” dedi Hünkâr. İhtişamlı bir koridordan, rengârenk güllerin süslediği bahçeye geçerlerken, etrafta pervane olan onlarca hizmetçi ve teşrifatçıya “Durun!” manasında el işareti yaptı. Sonra da kuşağının arasından çıkardığı altın bir anahtarla kapıyı açtı ve ihtiyar şaire uzattı;
- Bu anahtar, sizin gibi güzide âlimlere, memleketimin her köşesinde, her beldesinde istediğiniz her kapıyı da açar, dedi, elini sıktı. Nazikçe gülümsedi... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.