Doğan Bey, attan inmiş ve refikasını bekliyordu

A -
A +
Nikâhlısının önemli bir vazife için gideceğini babasından öğrenmişti Gülşah.
 
Bu, bir, muvaffakiyetin zirvesindeyken düşmenin, kaybetmenin azap, elem, işkence, intikam destanıydı. Ne kadar sürdü kimse anlayamadı. Ara sıra göz kapaklarına mâni olamasa da hilekârlığına diyecek bir şey yoktu. İhtiyar Hurufi, Temur dediği Emîr Timur Han’ın yaptıklarını anlatırken, kin ve nefretten dudakları titriyor, gözleri yuvasından çıkacakmış gibi büyüyordu. Herkes de bu nefretin havasına kapılmıştı. Dinleyenler ona bu gece bir daha meftun oldular. Konuşurken ihtiyar, bazen heyecana kapılıyor, bazen kederleniyor, unutulmamış bir elemin, ölen servet ve debdebe yasının gölgesi, yüzünü karartıyordu.
Temur Hanın, yüzlerce yetişmiş adamlarını dağıtmasını anlatırken kendini tutamadı. Gözlerinden sicim gibi yaşlar boşandı. Yüreği sanki ağzına gelmişti. Hıçkırıyor, ah, of çekiyor, başını duvarlara çalıyordu.
Kripto, daha fazla dayanamadı. Âdeta oturanları yararak Hurufi’nin yanına geldi, diz çöktü.
- Yarın işimiz çok efendim. Kendinizi böyle harap etmeyiniz. Lütfen istirahat ediniz. Bir başka gün devam edersiniz. Daha çok gecelerimiz olacak, deyip oradakilere döndü. Müsaade istedi. Hoca efendinin elini öpüp, duasını almalarını tembihledi. Baş işaretiyle de nazikçe istirahate çekilmelerini rica etti.
Misafirler, daha ileri gitmediler. Onların da uykusu gelmişti. Yarın zor gün olacağa benziyordu. Hata yapılmamalıydı. Bu muhterem zattan müsaade istediler. O da hemencecik elini uzattı. Sanki öte dünyadan gelmiş bir mücessem ruhu öpüp, okşayıp geri geri çekildiler.
Gece karanlığında evlerinin yolunu tutmuş giderlerken Hurufi ihtiyarın anlattıklarını bir daha tekrar ediyor, yarınki vaaza hazırlanmanın planlarını yapıyorlardı…
             ***  
Doğan Bey, cuma sabahı erkenden Süleyman Çelebi amcacığının ve sütanası Matlube Hanım’ın elini öpüp, hayır dualarını aldıktan sonra doru atına atladı. Uzun zamandır içeride beslenen hayvan, yola çıkmanın sezgileriyle eşiniyor, dizginleri kemirerek kişniyordu. Beyaz badanalı evin önünden geçerken pencere açıldı. Gülşah, heyecanla ve gülerek;
- Doğan Beyim! dedi. Hızla kapıya yöneldi. Bir çırpıda dış kapıyı açtı. Doğan da attan inmiş biricik refikasını bekliyordu.
Nikâhlısının önemli bir vazife için gideceğini babasından öğrenmişti Gülşah. Önce ayrı kalacağını düşünerek üzülmüş. Sonra da padişahın önemli bir iş için Doğan Bey’i tercih etmesine de sevinmişti. Her şey güzel vatanımız için değil miydi? En sevdiğini, yine çok sevdiği için gönderiyorlardı. Vatanı olmayanların mesut ve bahtiyar olmaları da mümkün değildi. Eliyle hazırlamış olduğu çeşitli yiyeceklerin ve giyeceklerin bulunduğu ipek işlemeli bir çıkını uzattı.
- Sabaha kadar uyumadım. Hem sizi düşündüm, hem de bunları hazırladım beyim.
- Sultanım, canım, nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Zahmet etmişsin, deyip uzatılanları aldı. Atının terkisindeki ipek halıdan yapılmış heybesine yerleştirdi. Sevgiyle döndü. Kınalı ellerinden tuttu.
- Sakın merak etme. Allahü teâlâ izin verirse kısa zamanda dönerim. İsteğim, evden tek başına çıkmaman.
- İnşallah efendim.
- Mecbur kalmadıkça yalnız bulunma. Matlube anama bir haber ulaştır, kâfi. Ne lazımsa yapar. Tamam mı sultanım?
- Sen meraklanma yiğidim...
Fazla vaktinin olmadığını bilen Doğan, müsaade isteyip, çevik bir hareketle atına atladı. Yıldırım hızıyla sokağın derinliklerinde kayboldu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.