"Doğan Bey'imizin suçluları getireceğine inanıyorum..."

A -
A +
"Süleyman Efendi, öfkeyi yenmen lazım. Hâlâ o hadisenin tesirindesin ve kızgınsın!.."
 
Çelebi, ağlayarak hatalarını, kusurlarını anlattı Emir Sultan hazretlerine. Tövbe ve istiğfar ettiğini söyledi.
- Onun için hâlâ toplum içine çıkamıyorum.
- Doğan Beyimiz Allahü teâlânın izniyle suçluları er geç getirecek.
- Bu bir müjde efendim. Maksadım, bana emanet edilen kürsüden yapılan haksızlığı, yanlışlığı, yine aynı kürsüden düzeltmek.
- Yazdıklarını ver bakayım.
Süleyman Çelebi, yazdığı müsveddeleri edeple, biraz da utanarak uzattı. Emir hazretleri, her bir yazıyı ayrı ayrı inceledi.
- Hepsi de Sevgili Peygamberimizin üstünlüklerini anlatıyor. Fakat ölçü, kafiye tutmamış.
- Farkındayım efendim.
Sağ hilâl kaşını yukarı kaldırdı. İri, kara gözleri sanki daha bir büyüdü. Kocaman kavuğu altında daha heybetli görünen kafasını ağır ağır salladı;
- Süleyman Efendi, öfkeyi yenmen lazım. Hâlâ o hadisenin tesirindesin ve kızgınsın. Kızan insan hikmet ehli olamaz. Allahü teâlâya sığın. Tövbe istiğfara devam et, yalvar, yakar. Mutlaka istihareye de yat.
            ***
Kâbus’un şatosuna yedi ok atımı mesafede, billur gibi berrak, buz gibi soğuk suyu olan bir çeşme başı. Doğan Bey ve Üryan Eşkıya, atlarını, hasat sonrası yeşermiş tarlalara bırakmış, istirahat ediyorlardı. Kılıçlarını, kama, bıçak ve baltalarını bilediler, ok ve yaylarını tek tek gözden geçirip, her birini elbiselerinin muhtelif yerlerine gizlediler. Hazırlıklar yapılırken Doğan’ın gözü, ufuklarda bir şeyler arıyor ve bekliyormuş gibi fıldır fıldır dönüyordu. Gizli bir huzursuzluk içinde ve tedirgindi. Bu hâl Üryan’ın dikkatinden kaçmadı.
- Birilerini mi bekliyorsun yiğidim?
- Bursa’dan gelecek iki civanla bugün burada buluşacaktık. Başlarına bişey mi geldi diye…
Üryan, Doğan’ın ağzından kötü bir kelime çıkmasın diye gülerek sözünü kesti.
- Senin arkadaşların da sana benzeyeceğine göre, ben hiç tasalanmıyorum. Nasıl olsa evvel Allah gelirler, deyip, taze, güz çimenlerine uzandı. Doğan, bu özü ve sözü bir olan, tövbekâr yol arkadaşına bakıp gülümsedi.
Şatoya yakın akan ırmağın kenarında çamaşır yıkayan kadınlar, irili ufaklı çocuklar, hayvanlarını gütmeye çalışan hiddetli çobanların arasından ayrılan iki atlı doludizgin kendilerine doğru geliyordu. Doğan Bey, güneşi arkalarına alan bu atlıların yapılarından ve at sürmelerinden beklediği arkadaşları olduğunu anladı. Rahatladı.
Batmaya yakın güneş, etrafı kızıla boyarken, birdenbire iki atlı yanı başlarında bitiverdi. Çevik hareketlerle atlarından inip, Doğan Bey’i hasretle, muhabbetle kucakladılar. Çimenler üzerinde yatan tepeden tırnağa silahlı Üryan’ı görünce de; “Bu da kim?” mânâsında göz işareti yaptılar.
Maşrapalarını serin suyla doldurup yudumlarken, Doğan Bey de Üryan ile olan münasebetini özetledi arkadaşlarına.
- Beni seviyorsanız ona tam güvenin. Aklınıza başka bir şey gelmesin, diye de sıkı sıkıya tembihte bulundu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.