“İşte bu hesapta yoktu" diyerek kılıcını çekti!..

A -
A +
Etrafı gözetleyen Erkara, şüphelendiği kişiler arasından Doğan Bey’i tanımıştı!
  Doğan Bey ve Çekirge değişik yer ve yollardan harekete geçtiler. Doğan, önündeki masadan gözüne kestirdiği bir elmayı alarak ısırdı. Etrafını gizli bakışlarla dikiz ederek, çıkış kapısına doğru kaymaya başladı. Salona hâkim, yüksekçe bir bölmeden etrafı gözetleyen Erkara, şüphelendiği kişiler arasından Doğan Bey’i tanıdı. Korkusundan mı, yoksa büyük bir sonun başlangıcını yakalamaktan mı ne çok heyecanlandı. Kalbi duracak gibi oldu. Zar zor kendini toparlayarak yanındaki Boris’e fısıldadı; - İşte büyük akıncı başı!.. - Hangisi? - Uzun boylu, uzun saçlı!.. - Tam anlayamadım! - Bak! Bak! Çıkış kapısına yöneldi! Doğan Bey, kapıya iyice yaklaşmışken onlarca mızraklı ve kılıçlı adamı karşısında buldu. “İşte bu hesapta yoktu Doğan!” dedi kendi kendine ve tereddüt etmeden kılıcını çekti. Artık o kibar, nazik adam gitmiş, büyümüş, büyümüş bir ejderha gelmişti meydana. Gözleri hiddetten tutuştu. Ağzından her Allah dedikçe kırmızı alevler saçıyordu sanki. Kılıç darbesi sesleri her tarafı kaplamıştı. Ne müzik, ne dans, ne de eğlenen insanlar kalmıştı ortalıkta. Hakladığı ilk adamın kılıcını da diğer eline alan Doğan, iki kolunu kartal kanatları gibi açıp açıp indirdikçe, yeni biçilmiş buğday tarlası gibi insanlar, mermer zemine yığılıyordu. Kılıçlarını şimşek gibi çaktı ve yanardağ gibi gürledi. - Alçaaak! Alçaaaklaaar! Erkeksen çık karşıma bre namert! derken Erkara’yı kastediyordu. Masaların üzerinden uçarcasına atlıyor, her hamlede birkaç şövalye hareketsiz kalıyordu. Bir ara yüksekçe bir yerde Erkara gözüne ilişti. Bir daha baktı. Duygularında da, gördüklerinde de yanılmamıştı. Pelerinin arkasında gizlediği iki hançeri çekti, fırlattı. Her ikisi de Boris’in göğsüne saplandı. Tehlikenin büyüklüğünü bilen Erkara, kendini korumuş ve sütunların arkasına gizlenmiş meğer. Boris’in ayaklarının dibine düştüğünü görünce de, bir daha hayıflandı. “Onun işini ben bitireyim!” diyerek, yayını çekti. Okunu yerleştirdi, gerdi. Islık çalarak vınlayan ok, Doğan’ın iki küreği arasına saplandı. Müthiş bir acıyla kıvrandı. Gözleri karardı. İlk aklına gelen hocası Emir Sultan oldu. Müşfik bir tavırla dostça kendine bakıyor; “Korkma Doğanım…” deyip, gülümsüyordu. Çelebi amcasını, binbir nazla kendini büyüten sütanacığını, biricik nişanlısı Gülşah’ını görür gibi oldu sisler, dumanlar arasında. Hepsi de gülerek ona bakıyordu. Tatlı dünyasından üzerine atılan ve elini kolunu bağlayan bir nesneyle irkildi. Faydasız, daha fazla direnemedi. Kulaklarında Kayınpederi Beyazıd Paşa’nın duası, Gâzi Evrenos Paşa’nın emri yankılanıyordu. “Velhasıl, diyeceğim o ki… Dinimize ve dahi devletimize kasteden o kara kalpli, kara sözlü, fitneci teşkilatın elebaşını derdest edip getiresin Doğan Bey!.. Doğan Bey!.. Doğan Bey!..” Üst katlardan hadiseyi izleyen Kâbus ve kızı Maria; “İçimizdeki bu casusun öldürülmemesi istikbalimiz için daha menfaatimize olur” diye düşünmüş ve alelacele emir vermişlerdi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.