"Geceleri kâbuslarla uyanıyor, ağzına bir lokma koymuyor..."

A -
A +
"Çelebi cünun illetine yakalanmış derler Matlube Hanım. Vah vah! Size de Cenâb-ı Allah sabırlar versin."
 
Süleyman Çelebi, rüyasında duyduklarını şimdi de canlı olarak işitiyordu. “Aman Allah’ım büyüklerin işine akıl sır ermiyor…” diye mırıldanırken, Emîr Hazretleri, ellerini tuttu. Gözlerinin içine baktı. Müşfik ve babacan bir tavırla;
- Sabır ve sükûnetle Allahü teâlâya sığın. Tövbe istiğfar ederek münacat et. İstihareye yat Çelebim… İstihareye de yat… dedi.
“Çelebim” demesi hoşuna gitmişti. Tadını iliklerinde hissettiği bir hâl bürüdü. Düşündüğünü daha rahat anlatma cesareti gelmişti.
- Peygamber Efendimizin güzelliğini, büyüklüğünü yazmalıyım efendim. Diğer peygamberlerden olan üstünlüğünü anlatmayalım bu bedbahtlara… Onun hürmetine yaratıldığımızı herkes bilmeli, dedi, ağlamaklı. Emîr Hazretleri kulağına eğildi, fısıldadı;
- Yanmalısın Çelebim, aşkıyla kavrulmalısın. Bu uğurda pişmek herkese nasip olmaz Çelebim… diye yaptığı açıklama öyle bir enerji vermişti ki, isteseydi dağları yerinden oynatacak gibiydi. Biraz önceki kolu, kanadı kırık Süleyman Efendi gitmiş, kabına sığmayan biri gelmişti. “Aman Allah’ım, aman Allah’ım!” diye söylenerek döndü, edeple durdu, bir müddet.
            ***
Matlube Hanım, sabah erkenden evini tepeden tırnağa silip süpürmüş, taze gül suyu ile yıkamıştı. Bir kahve yaptı oturdu. Hareketliyken anlamadığı güz serinliği iliklerine işledi. Üşür gibi oldu. Kalktı Süleyman Çelebi için ördüğü beyaz tiftik hırkayı omuzlarına aldı. Elinde olmadan ah, çekti.
Kahvesinden bir yudum almamıştı ki Gülşah, nefes nefese içeri girdi. Gül gibi tertemiz ve nefis kokan evi görünce muhabbetle Matlube Ana’ya baktı.
- Ne acelen vardı anacığım? Ben de temizliğe yardım etmek için gelmiştim. Bakarım bana bir iş kalmamış.
- Sana kıyamam gelinim. Hem sonra hareketlilik iyi oluyor. İnsan sıkıntılarını unutuyor.
- Çelebi amcam ne yapıyor?
- Sorma kızım. Bir insan, bir gecede bu kadar nasıl değişebilir anlamadım? Daha önce deselerdi inanmazdım. Neylersin ki sabretmekten başka çaremiz yok.
Dışarıdan gelen belli, belirsiz seslere kulak kabarttı, birbirlerine baktılar.
- Herhâlde misafirler. Odaya al. Ben de gelirim, diyen Matlube Hanım, Süleyman Çelebi’nin bulunduğu yere girdi. Gülşah da çoğu arkadaşlarının anası olan bey, paşa hanımlarını nezaketle karşıladı. Kalın yün şallarını alıp, misafir odasına buyur etti. Hoş beşten sonra kahveler içildi. Oradan, buradan konuşuldu. Çok üzüldüklerini bildikleri için Doğan Bey’in son durumunu sormaya kimse cesaret edemedi. Söz döndü, dolaştı Bursa’da olup bitenlere ve Süleyman Çelebi’nin sağlık ve sıhhatine geldi.
- Süleyman Çelebi, o hadisenin tesirinden hâlâ kurtulamadı demek…
- Çelebi cünun illetine yakalanmış derler Matlube Hanım. Vah vah! Size de Cenâb-ı Allah sabırlar versin.
- Âmin!.. Âmin!.. Çelebim o olayı aklından çıkaramıyor… Unutamıyor bir türlü… Geceleri kâbuslarla uyanıyor, ağzına bir lokma koyduğu yok… Bir köşede düşüp kalacak diye ödüm kopuyor. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.