Ok yaydan çoktan çıkmıştı zaten geri de dönülemezdi

A -
A +
Maria, merdivenleri ayaklarını sürüterek yavaşça çıktı. Şövalyelerin yattığı odaların dibinden geçti.   Maria, yırtık pırtık elbiseli, kalın kırmızı kemerli, uzun boylu, gürbüz delikanlıyı ilk defa görüyormuş gibi süzdü. Bu harabe odanın ortasında yıkık bir kule gibi duruyordu. İçinden; “Osmanlı demek sözünde durmak, güvenilir olmak, doğru, dürüst yaşamak, yakınlarını da yaşatmak aklıma geliyor” dedi. Doğan Bey’in; - Yarınki planımız hazır. İfadesiyle kendine geldi. - Havalar soğudu. Ziyafeti açık havada vermeyelim, derim. - Çok isabetli olur. Güneşin bol olduğu vakte kadar şatonun altındaki o meşhur yerde ziyafet verilecek. Yeme ve içmede sınır tanınmayacak. Bilhassa herkes, şövalyeler de dâhil zilzurna sarhoş edilecekti. Eğlence ve sarhoşluk zirvedeyken, şatonun tepesinden, halkın rahatlıkla görebileceği işaretli yere iki Osmanlı, elleri, ayakları bağlı olarak atılacaktı. Bu bölümü konuşurken Maria kızardı, utandı. Doğan Bey; - Seni tanıdığıma çok mutluyum. - !!! Maria, birdenbire ne diyeceğini bilemedi. Hissiyatını ne yapsaydı da en güzel kelimelerle anlatmış olsaydı? Hafızasını zorladı. İstediği, beğenebileceği cümleleri kuramadı bir türlü. Gelinen noktanın önüne geçmek mümkün değildi. Tebaasına hayvan gözüyle bakan adama, artık baba diyemezdi. Asırlık şato gelenekleri çoktan yıkılmıştı. İçinden; “Ne yaptım da bu adama kandım?” demesine bir türlü mâni olamıyordu. Doğan Bey, dalgınlığından onu uyandırdı. - Yanlış yapmış suçlu gibi ne düşünüyorsun? - Hiç!.. - İyi kalpli Maria. Cesaretini topla. Bu gece mutlaka uykunu al. Gece yarısından sonra, işlerin son şekli hakkında malumat vereceğim. Sabaha doğru da inşallah erkenden geleceğim. Yarın ileri!.. Ok yaydan çoktan çıkmıştı. Zaten geri de dönülemezdi. - Pekâlâ, yarın erkenden… diye başını salladı. Pelerinine bürünüp, kapüşonunu başına çekti. Dar tünel gibi koridorlardan bir gölge gibi süzülürken, her ihtimale karşı Üryan da onu uzaktan takip ediyordu. Maria, merdivenleri ayaklarını sürüterek yavaşça çıktı. Şövalyelerin yattığı odaların dibinden geçti. Koca şato sarhoş olmuş mışıl mışıl uyuyordu. İçinden; “Kendine fazla güvenme ey şato! Yarın görürsün ihtişamının akıbetini!..” dedi. Aralığından belli belirsiz bir ışık sızan odaya daldı. Kapının gürültüsünden uyanan bekçi, sersem bir tipti. “Neler oluyor?” Kabilinden aval aval yürüyen gölgeye baktı. - Buraya gelmiş geleli hiç peri görmemiştim. Her gelen bir şey söylüyordu. Ben ise, tıpkı masallardaki gibi olmayan bir şeyi gördüm. Uçtu gitti, diye söylendi, durdu, yorgun bekçi...               *** Bu sabah erkenden kalktı Süleyman Çelebi. Zaten uyuyup uyumadığı da tam belli değildi. İçi kıpır kıpırdı. Pencereyi açtı. Hava iyice soğuktu. Bendini yıkan sel gibi içeri doldu, buz gibi ve tertemiz hava. Hemen kapatıverdi camları. Matlube Hanım, üzeri külah şeklinde ve nebati motiflerle işlemeli mermer ocağı çoktan yakmış. Yanı başındaki beyaz oğlak postundan seccadesinde teheccüd namazı kılıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.