“Haydi, büyüklerimize de verelim bu müjdeyi…”

A -
A +
Gülşah’ı kolundan çekip, kapıya doğru yöneldi. Merdivenlerden güle oynaya indiler...
  Sevinçlerine, keyiflerine diyecek yoktu. Hayatlarında evlenmek kadar iz bırakacak mühim bir dönemi daha yaşıyorlardı şimdi. Ana ve baba olmak. Başkaları için yaşamak, canlarından taze bir canı yaşatmak... Şimdiden o heyecan kaplayıvermişti bütün dünyalarını. Sevindikleri kadar da düşünmeye başlamışlardı bu yeni durumu, gelecek mühim misafirlerini. “İyi bir evlât olarak nasıl yetiştireceklerdi?” Biraz da onu konuştular.  “Eğer kız olursa senin gibi olsun yeter bana.” diyen Doğan Bey’e Gülşah’ın cevabı gecikmedi:  “Erkek olursa tıpkı her yönüyle babasına benzemesini isterim Rabbimden. Sorumluluk duygusu gelişmiş, çalışkan, merhametli, becerikli ve hepsinden de önemlisi adam gibi adam, numune insan…”  “Şımartıyorsun beni. Bak yüzüm kızardı.”  “Az bile. Erimi övmeyi beceremiyor, söyleyecek uygun kelime bulamıyorum.”  Doğan Bey, hızla kalktı. Gülşah’ın koluna girdi.  “Haydi, büyüklerimize de verelim bu müjdeyi…”  “Sonra...”  “Sonra olmaz! Şimdi. Başkalarından duyarlarsa belki de üzülürler. Haydi, güzelim...” Gülşah’ı kolundan çekip, kapıya doğru yöneldi. Kar gibi ak, temiz mermer merdivenlerden güle oynaya indiler. Gülşah, yürürken üstünü başını düzeltip toparlandı. Dışarıda kullandığı ebrulu ipek örtülerden birisini başının üzerinden omuzlarına doğru sarkıttı. Meyve ağaçlarının altından geçip iki kanatlı kapıyı neşeyle kilitleyerek sokağa çıktılar. Bu gece onlar için çok farklıydı. Sanki bayram... Koyu lacivert gök altın yıldızlarla delinmiş gibi parıl parıl parıldıyor, gümüş bir tepsi gibi ay, beyaz tozdan ışıklarını sağanak hâlinde şehrin üzerine yağdırıyor ve iki kara sevdalı, bütün muhabbetleriyle en yakınlarına doğru neşe, huzur içinde ilerliyordu. Beyaz Konak ile Süleyman Çelebi’nin evi arası kaldırım taşlarıyla döşeliydi. Karanlık da olsa hayatlarının geçtiği bu sokaklara alışkın genç çift, fazla yorulmadan ve bir şey konuşmadan kendilerini ceviz oymalı kapının önünde buldular. Doğan Bey, pirinçten yapılmış yumruk şeklindeki tokmağı ahenkli bir tempoyla tıklatmaya başladı.  “Tak tak, tik tik tak, tak tik!”  “Ne yapıyorsun öyle? Hızlı vurma!”  “Korkma! Ne de olsa onlar biraz yaşlılar.”  Fazla beklemeden içeriden ince zarif bir ses duyuldu.  “Geldim geldim!”  “...”  “Girin yavrularım…”  Tebessümü yüzünden eksik olmayan Doğan Bey, Gülşah’ın kulağına eğildi. Fısıldayarak;  “Sen anacığımıza anlat. O da Çelebi Amcama zaten duyurur.”  “Tamam…” diyerek kapıyı itti. İçeriden sızan bol ışık gözlerini kamaştırırken, bahar gibi hoş bir koku da her tarafı dolduruverdi. Etraf derli toplu ve oldukça süslüceydi. Pencerelerden sarkan akşam kızılı atlas perdeler, deniz yosunu kadife yastıkları yalayarak sedirin iki başında kelebek kanatları gibi birleşiyordu. Örtüler kadar savatlı serpuşlar, nebatî motifli ceviz dolap ve sandıklar fevkalâde bir uyum içindeydi. Duvarlar, bir baştan öbür başa ölüm, âhiret ve güzel ahlâkla alâkalı hat örnekleriyle bezenmişti. Keskin bir buhurdanlık dumanı dalga dalga yüzlerine çarptı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.