Olanlardan dolayı Doğan Bey’in huzuru kaçmıştı!..

A -
A +
Yanına “birlikte çalış” diye getirilen bu acayip insanla neyi, nasıl konuşacaktı?
  Yeni yerlerine elleri ayakları bağlı getirdiler. Timur Han’ın otağını, çevresini, emniyet tedbirlerini, giriş ve çıkışlarını ölçüp, biçen ve planlayan Doğan Beyin yanına koydular. Seyrekbasan, sevmediği bu işten ötürü ve kendince uğradığı haksızlığın karşısında uzun zaman laf, söz dinlemeden çakallar gibi uludu durdu. İşitilmedik hakaretler, olmadık küfürler etti getirenlere, bu vazifeyi verenlere velhâsıl herkese. Sonunda karşılık bulmayınca da yorulup sustu. Olanlardan dolayı Doğan Bey’in fevkalâde huzuru kaçmıştı. Daha mühimi, neredeyse inancı, kuvvet-i maneviyesi sarsılacaktı. Yanına “birlikte çalış” diye getirilen bu acayip insanla neyi, nasıl konuşacaktı? Başı ağrıyor, zihni kütük gibi ağır bir yükün altında ezim ezim eziliyordu. Bir hâl, çare bilemiyor, sağlıklı bir çıkış yolu bulamıyordu. En nihâyet tanıştığı bu isyankâr adamla Timur üzerine yapacağı seferin ekibini tamamlamış oluyordu güya. Yeni gelen otuz beş, kırk yaşlarında, çok kuvvetli, hissiz, sırık gibi uzun bacaklarıyla dev çekirge gibi görünen acayip biriydi. Tuhaf hâlinden, garip görünümünden, boru gibi ses çıkarmasından dolayı köyünde ve çevresindekiler ona Seyrekbasan diyorlarmış. Hakikaten sesi gür çıktığı kadar da hızlı koşuyordu. Onlara; “Bu isim nasıl kondu?” diye sorulduğunda; “Sağ ayağını bir tepeye, sol ayağını da bir başka dağın üzerine koyarak bağırdığında sesini duymayan kalmadığı için…” diye cevaplıyorlardı hiç utanmadan ve sıkılmadan. Fevkalâde yetenekli, korkusuz, olağanüstü bir cengâverdi onların gözünde. Şamatalı olduğu kadar da inatçı. Terbiye, edep, âdâp bilmediği gibi namazda niyazda da gözü gönlü yoktu. Bir şey sorulduğunda hiç düşünmeden bilse de bilmese de muhatabını insafsızca azarlar, sorduğuna bin pişman ettikten sonra da doğru cevabını verirdi. Sanki bu şekilde konuşmak onun tikiydi. Velhâsıl-ı kelâm Timur’a karşı olağanüstü özellikleri olduğunu iddia edenlerle, bir normalin iş birliği vardı. Bu işte nasıl hemfikirlilik sağlanacak ve muvaffak olunacaktı? Sualin cevabını bilen ise pek yoktu. Zaman görelim neler gösterecekti daha? En âdil hakem, en iyi çözüm gelecekteydi hiç şüphesiz.               *** Zengin Osmanlı âlemi her yönüyle çok farklıydı taşradan gelenlere göre. Müthiş sağlam temeller atılmış müessesleriyle büyümeye, yükselmeye ve dünya hâkimiyetine doğru gitmeye çoktan adaydı. “Bu hakikati ancak içinde yaşayarak öğrenebildim…” diyen Çakır Vezir, sinsi hedefleri için sevindiği kadar da korkuyordu. “Bir tarafta eşraf, ulema, beyler, paşalar, diğer tarafta ise memur, zabitler, çiftçi, esnaf ve tüccarlar fevkalâde haddini ve vazifelerini biliyor, uyum içinde çalışıyorlar. Her kesimden insanın ayrı bir zevki, eğlencesi ve mutlu olabileceği meşguliyeti var. Osmanlı halkının tereddütsüz aynı mesafede yakın hissettiği isim ise hiç şüphesiz Emir Sultan’dır. Herkesin ayrı değer verdiği, sevip saydığı bu muhterem zât, manevi bir işaretle gelmiş Bursa’ya... Halk bunu böyle bilir ve öyle inanır... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.