"Hep başkalarının artığıyla geçinmeyi severdi..."

A -
A +
"O, en neşeli zamanında bile yarınını düşünürdü. Dolayısıyla hep temkinliydi..."
 
Erkara “Nedenmiş o?” diye sordu:
“Çünkü öldürtürdü beni... Hedefi olan hakanlık yoluna mâni olabilecek kimler varsa birer birer ortadan kaldırıyordu. Nice beylerin, paşaların kelleleri uçuruldu sessiz, sedasız. Öyle kurnazca işleniyordu ki cinayetler, hiç kimse de kimin yaptığını, yaptırdığını bilemedi. Ben hariç tabii... İyi ki zamanında uyanabildim de asil, şerefli Yıldırım Hakan’ımızın şefkat kanatları altına sığındım” diye cevapladı Çakır Vezir.
Tiftik kalpağını başından alarak evirip çeviren yağız delikanlı Erkara, duydukları karşısında parmaklarını ısıracak gibi oldu. Yapamadı, vazgeçti. Bir ara Üryan’la göz göze geldiklerinde ise oradakiler şüphelenmesin diye sadıkane dinliyor havasına büründü.
“Çok fena şeyler bu anlattıkların…” dedi Çakır Vezir’e ve yolun bitimine yakın durdular.
Erkara;
“Baştan akıbetini niye göremedin? Büyük davalara talip olanlar kaç hamle sonra mat olabileceğinin veya şah diyebileceğinin hesaplarını da yapabilmelidirler. Öyle değil mi?” diye sorunca Erkara, hemen cevaplamadı, yere baktı. Ona bu sefer Kâbus’u hatırlattı. Çünkü hikâyesini, zalimliğini çok iyi biliyordu. Buna rağmen:
“Kâbus da ne?” diye bilmezlikten geldi Çakır Vezir.
“Kâbus, Müslümanların korkulu rüyası… Masum insanların katili… Hain, dönek, ödlek kısaca zalimlerin önde gideninin adı...”
“?”
“Neden sustun? Bu keferenin en belirgin hususiyeti, istikbâl endişesiydi. Kendinden daha güçlü, becerikli, başarılı hiçbir kimseye tahammülü yoktu. Herkesi çok iyi kullanır. Sonra da sıkılmış bir paçavra gibi çöplüğe atıverirdi hiç gözünü kırpmadan. Kendi has adamı Kripto’yu öyle yapmadı mı alçak herif?”
Vatan aşkı, millet muhabbeti, arkadaş sevgisiyle bunları anlatırken kendi eski yaramazlıklarını, akıl almaz mücadelelerini ve nasıl güzel memleketini bir hiç uğruna sattığı o gidip de geri gelmeyesi günleri hatırladı. Acıyla kıvrandı, kahırlandı. Yüzü utancından olsa gerek, kıpkırmızı olmuştu. Durumun farkında olan Üryan, konuyu değiştirmek istedi;
“Âdemoğlunun yüzkarası, zalim, hain Kâbus’tan bize ne? Şimdi, gün doğusundan üzerimize doğru gelen felâkete ve bizim dışımızda olanlara bakalım!” diyerek elini tuttu samimice sıktı Çakır’ın. Müşfik ve babacan görünerek havayı değiştirmek istedi;
“Vezirim boş ver sen Erkara Bey’imizi. Timur’dan bahset. Hakikaten zalim midir, mazlum mudur? Nedir, ne değildir bu efsane? Başta Devletlû Sultan’ımızın, bizim ve bütün memâlik-i Osmaniye’nin onu tam ve doğru olarak tanımaya ihtiyacı var” diyerek yanına kadar geldi. Çakır Vezir, ağzını şapırdatarak:
“Gelecek korkusu, istikbâl endişesinden bahsediyorduk, değil mi?” diyerek sorusunun cevabını beklemeden iştahla anlatmaya devam etti.
“Bu özellik, adını bile ağzıma almaktan hayâ ettiğim o nankörde son haddindeydi. Maişetini bile yemez saklardı. Hep başkalarının artığıyla geçinmeyi severdi. En neşeli zamanında bile yarınını düşünürdü. İmkânları elinden alındığında olabileceklerin hesaplarını yapardı. Dolayısıyla hep temkinliydi. Gören şaşardı bu durumuna.” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.