Canali, kendini tutamayarak hıçkırıklara boğuldu bir anda

A -
A +
Uzun ve inanılmaz hikâyesini hasretle, sanki yeniden yaşıyormuşçasına anlattı Canali...
 
“Güler yüzlü, şefkatli annem hiç boş durmayı sevmezdi. Ya yemek pişirir, ya çamaşır yıkar, ya da evi siler, süpürürdü bıkmadan usanmadan. Burma bıyıklı dağ gibi iriyarı babam, atına pek düşkündü. Sanki arkadaşı gibiydi, onunla konuşur, oynaşır, bakımını itinayla yapar, zamanı kalırsa ahırdaki diğer hayvanlarımızla alâkadar olurdu. Pamuk gibi bembeyaz saçlı ninem ise geceleri korkunç devlerin bulunduğu, bitmez hikâyeler anlatırdı. Onun da vazifesi oydu sanki. Bunları dinlerken kötülük yapanları alıp dağa kaldıran bir dudağı gökte, bir dudağı yerde korkunç devi veya boz ayıyı, o zifiri karanlık pencerede görür gibi olurdum. Özüme işleyen bu kuruntuyla yatağıma girince, sabahlara kadar rüyalarımda devlerle, ayılarla uğraşırdım…
Bir gün hiç unutmuyorum rüyamda iri, boz bir ayının beni kapıp dağa götürdüğünü, ormandaki inine kapadığını, kollarımı bağladığını, burnumu, dudaklarımı kemirdiğini, çarıklarımı yediğini gördüm. Sonra Devre Dağı’ndaki uçuruma atarken korkuyla ‘annee’ diyerek uyanmıştım. Böyle telaşlı zamanlarımda imdadıma nedense hep ninem yetişirdi. Her defasında titrek adımlarla koşarak yanıma gelir, başımı okşar, alnımdan öper; ‘Yine kötü rüyalar mı gördün a evlâdım’ der, Allahü teâlânın hayra tebdil eylemesi için dualar ederdi bıkmadan...”
Uzun ve inanılmaz hikâyesini hasretle, sanki yeniden yaşıyormuşçasına anlatan Canali, bir hâtırasına gelince daha fazla dayanamadı. Rengi kaçtı. Heyecanı arttı ve kendini tutamayarak hıçkırıklarla ağladı. Yine böyle aile neşeli bir şekilde otururlarken ansızın evleri basılmış, canhıraş bağırmalar arasında dumanı göklere yükselen alevler içinden kaçırılarak kendini tâ buralarda bulmuştu. İşte o gün bugündür hâlâ eski evini, ailesini ve onlara ait her şeyi unutmamak için hususi bir gayret gösteriyordu. O güzel insanlara acaba ne olmuştu, ne hâldeydiler? Kendi imkânlarıyla çok araştırmış maalesef bir iz, tek işaret bulamamıştı. Artık masal yorumlarken büyük bir adam, itibarlı bir bey, güçlü bir akıncı olacağını, kimselere kötülük yapamayacağını, anlatarak destek veren biricik sevdikleri yoktu. Bu gidişte ebediyen tek yaşayıp bir başına ölecekti…
“Şu koca dünyada benden başka garip kalan, yalnız olan biri daha var mı?” dedi Canali.
“Yok Canali’m, yok!”
“!!!”
          ***
Dışarıda ayaza rağmen yaşlı, titrek ses, gittikçe gücünü kaybetse de hâlâ duyuluyordu:
“Mahperi! Mahperiii!”
“!!!”
“Mahperi!”
Hancının çağırması üzerine müsaade isteyip ayrılan Canali’nin yeni tutuşturduğu ocağın başında elinden hiç bırakmadığı Kur’ân-ı kerîm’den Yasîn-i şerîfi okuyan Doğan Bey, “Sadakallahül azîm…” diyerek kapattı. Saygıyla öpüp başına koyduktan sonra sesin geldiği tarafa, kitap büyüklüğündeki pencereye yöneldi. Gözlerini kısarak karşısındaki evlere, bahçelere ve görebildiği kadar uzak ufuklara baktı. Ortalıkta kimsecikler yoktu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.