“Gördüğünüz gibi heybelerimiz dolu, atlarımız eyerli..."

A -
A +
“Canlarım benim. Yakışanı söylediniz. Üç kişi geldik ama beş kişi olarak gideceğiz Bursa'ya...."
 
Sanki bir ölü sessizliği çökmüştü. Neden sonra devreye giren Atmaca Nuri:
“Ne zaman hareket edebileceğiz?” diye sordu.
“Buradan bir yere gitmeyeceğiz. Doğru geldiğimiz yere…”
Yeni gelen beyler, duyduklarına inanamadılar. “Ne demek istiyor?” anlamında birbirine bakındılar. Atmaca cesaretini toplayıp kekeleyerek;
“Pe… Peki, biz de mi?” diye sordu.
“Siz de... Hep birlikte…” Bu sırada Canali içeri girdi. Yavaş yavaş yürüdü. Misafirlerin tanımadıkları bu gence tavırları pek de hoş olmadı. Oldukça hiddetli ve sert ifadelerle önemli bir konu konuştuklarını söyleyerek dışarı çıkmasını isteseler de o hiç aldırmadı. Duymazlıktan geldi. Oysa Canali her şeyi ziyadesiyle anlamıştı. En az onlar kadar olayların farkında ve bir o kadar da işin içine girmiş bir Osmanlı akıncısı gibiydi. Doğan Bey’in yüzüne bakan genç, göz işaretiyle aldığı izin üzerine konuşmaya başladı.
“Sizin babanız Türk değil mi?”
“Benimkisi de!”
“Sizin memleketiniz Osmanlı diyarı değil mi?”
“Benimkisi de!”
“Sizin maksadınız kötülerle, hainlerle, ırz, namus din ve devlet düşmanı sapıklarla mücadele değil mi?
“Benimkisi de aynı!” derken yüzü kızarmış, alnına terler toplanmıştı.
“Evet... Daha sayayım mı?”
“O hâlde sen de Türk’sün!”
“!!!”
Konuşmaları tebessümle dinleyen Doğan Bey, bu arada söze karışarak Canali’yi tanıttı teferruatlıca. Sapıklarla nasıl bir mücadele ettiğini, cesaret ve okumuşluğunu, Timur Han’ın iltifatlarına mazhar olup yakında nikâhlanacağını saydı döktü kendi üslubunca. Anlatırken sıkılıp büzülen Canali’nin başını okşayıp ne kadar sevdiğinin işaretlerini de veriyordu. En cesur, en asil, en kavi bir millet evlâdı olduğunu âsileri ezip köpek gibi havlattığını, inim inim inlettiğini, yaşından büyük işler başardığını da ilâve etmeden edemedi.
Birkaç serserinin yüzünden evvelâ Avrupa’yı dize getirerek terbiye eden Osmanlı Türklerine bütün korkakların, küfür ehlinin saldırdıklarını, mahvetmek için uğraştıklarını ama başarılı olamayacaklarını vurgularken tir tir titriyordu.
Bu fitneyi durdurabilirlerse Türklerin daha çok güçleneceğini, nihayetsiz büyüyeceğini, Kızılelma’ya kavuşacağını Akdeniz’i, Karadeniz’i bir Türk gölü yapabileceklerini, büyük paşalardan, gâzi akıncılardan âdil hükümdarları Yıldırım Han’dan defalarca dinlemişti. Duyduğu şeyleri inanarak ve mübalağa ederek, uzun uzadıya hikâye etti.
“Şimdi sıra fitne hareketini durdurmaktadır karındaşlarım…”
“Elbette Beyim!”
“Biz her şeyimizle hazırız. Eşyalarımız, atlarımız… Siz de biraz istirahat edin…”
“Bizim dinlenmemiz at üzerinde de olur...”
“Canlarım benim. Yakışanı söylediniz. Üç kişi geldik ama beş kişi olarak gideceğiz. Canali, refikası Mahperi gelinimiz de var.
“Güzel memleketimize eksilerek değil, çoğalarak dönmek ne saadet!”
“!!!”
“Gördüğünüz gibi sandıklarımız, heybelerimiz dolu. Atlarımız eyerli. Ufak bir işimiz kaldı. Değil mi Canali’m?" DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.