​Akşam, kara bir çarşaf gibi her tarafı kaplamıştı...

A -
A +
Tırhıçlı Köyü’nün bacalarından dumanlar, helezonlar oluşturarak lacivertleşen göğe yükseliyordu...
 
Gelen, dünün nefret ettiği, her şeyinin kendine pis, çirkin göründüğü Erkara’dan başkası değildi. Yüzünde bir nur, bakışlarında huzur, hâl ve hareketlerinde sınırsız bir edep vardı.
“Demek ki insanın düşünce, inanç ve niyeti simasına aksediyor” diye içinden geçirdi. Başka ne olabilirdi ki? Ruh âleminin dışa yansıması açık, net görünüyordu Erkara Bey’de. Saraydan geliyorlarmış. Kimin adına iş yaptığını bilmediği ismini vermediği birini daha yakalamış. Kısa zamanda çorap söküğü gibi olayların çözüleceğini, suçluların cezasız kalmayacağını anlatıyordu heyecanla.
Gülşah susuyor, şaşkın bakışlarla etrafını ve bilhassa Erkara’yı süzüyordu. Boyu uzundan biraz kısaydı. Oysa bir zamanlar kambur, uyuz bir deve gibi görünürdü. Eskiden karayılan derisini hatırlatan buğday benzi, her mesut varlıklı beyinki gibi bakımlı, taptazeydi şimdi. Geri zekâlı, sadist, bunak, vahşi canavar dediği delikanlının geniş pürüzsüz alnı, kalın yay kaşlarının altında gülen gözleri, parlak bir zekânın işaretlerini taşıyordu kuşkusuz. Gülerken dikkatini çeken beyaz dişleri, inci gibi dizilmişti. Bir zamanlar kan emici yaratıklara benzettiği adama neler dememişti ki…
“Allah’ım sen her şeye kâdirsin...” derken aklına gelenlerden dolayı utanmakla birlikte gülümsedi belli belirsiz.
Çakır Vezir’in münâfıklığını ortaya çıkaran yağız delikanlı Erkara Bey, Süleyman Çelebi ve Beyazıt Paşa’yla samimice alâkadar oldu. Hürmetle ellerini öpüp nazikçe müsaadelerini istedi. Bekleyen faytona doğru hızla yürüdü. Gülşah ve arkadaşları şükranla arkasından bakıyorlardı.
               ***
Seferden dönen beş atlı, günbatımında çıktıkları tepeden, alabildiğine uzayıp giden kavak ağaçlarıyla dolu vâdiyi seyrettiler. Alacakaranlık içinde sivri, siyah kayaların eteğinde belli belirsiz hayalet gibi sıralanan toprak damlı evlerin olduğu Tırhıçlı Köyü’nün bacalarından dumanlar, helezonlar oluşturarak lacivertleşen göğe yükseliyor, eriyordu. Köy olanca canlılığıyla ayaktaydı. Vakit vakit ortalığı inleten eşek anırmalarına, köpek havlamaları karışıyor, kargaların durmak bilmez çığlıklarını akşamın serin rüzgârı, derin bir uğultu hâlinde tâ tepeye kadar getiriyor, her tarafa yayıyordu. Kederli bakışlarıyla ölümü hatırlatan Mahperi, uzun yolculuğun vermiş olduğu yorgunluğa kir pas ve uykusuzluğun da eklenmesiyle âdetâ tâkati kesilmiş, sevinecek mecâli kalmamıştı. Akşamın kara bir çarşaf gibi her tarafı kaplaması hüznünü daha beter artırdı.
“Hele hâlime bak, gülüp neşeleneceğim yerde...” diye düşünürken neftî ova, lacivert dağlar gittikçe koyulaşıyor, seçilemez hâle geliyordu. Tırhıçlı Vâdisinde her şey esrarlı bir fırtınanın patlamasını bekliyor gibiydi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.