''Sizi tanımama vesile olduğu için de hepsini unuttum gitti.”

A -
A +
“Önceleri kızıyordum hâlime… Sizi tanımama vesile olduğu için de hepsini unuttum gitti.”
 
“Gözün aydın Mahperi” diyen Canali kıpır kıpırdı.
“Dermanım kalmadı.”
“Kolay mı günlerdir at sırtında, toz, toprak, yağmur çamur...”
“Neyse aman! Köyüm çok değişik geldi bana. Sanki bu tepeden hiç bakmamışım.”
“Şimdi gitsen evini bulamaz mısın?”
“Sanmıyorum.”
“Deme!”
“Hangi sokaklardan, nasıl geçilir? Mutlaka değişmiştir her taraf.”
“Aynı olduğunu farz etsek, bulamaz mısın gerçekten?”
“Bilmiyorum! Çok heyecandan düşer kalırım diye korkuyorum.”
“Peki, gözü kapalı ‘giderim’ dediğin bir yer var mı?”
“Var tabii! Medrese… Evet, ilim irfân evimizi hiç unutmadım. İki katlı, duvarları beyaz alçı sıvalıydı. Ak ev de dediğimiz bu yuvaya oymalı tahta kapıdan girilince üstü sazlarla kapalı bir avludan geçilip ana binaya girilirdi. Altta erkekler, üstte de kız çocukları okurdu. Binanın arkası küçük servilerle çevreli bir bahçe... Sonunda ayakyolu, kocaman şadırvan...”
“Detaylı anlatıyorsun.”
“Çok seviyordum. Candan arkadaşlarım vardı. Erkekler kendi aralarında, kızlar da bir oynar, farklı hocalardan okurduk. Osmanlının her tarafında öyle yapılırdı zaten. Amma ‘Efem’ dediğimiz; kızıl sakallı, çok babacan, güngörmüş, mütevâzı, âlim, fâdıl ilim deryası Seyyid Abdulgafur Hoca Efendimiz vardı, cenâb-ı Hak selâmet versin.”
“Ben de hocalarımı hiç unutmadım… Daha dün gibi hatırlıyorum. ‘Mütebessim Hoca’nım’ dediğimiz, saçları ve elleri kınalı, beyaz tenli, dik orta boylu, biraz yaşlıca, zeki bir hanımefendiydi. Yeni uyanmış bahar gibi yeşil gözleri pek sevecen parlar, küçük düzgün burnu, pembe ağzından harfler ve kelimeler inci gibi tane tane dökülürdü. Koyu yeşil ferâcesi ve aynı renk şalıyla bütünleşmişti âdetâ.”
“Çok benzer tarafımız var…”
“Önceleri kızıyordum hâlime… Sizi tanımama vesile olduğu için de hepsini unuttum gitti.”
“Ben de…”
“Mevlâm neyliyorsa güzel eyliyor.”
“Âmennâ…”
Genç karı koca, alçak seslerle konuşarak köye doğru gidiyorlardı binbir umut ve heyecanla…
               ***
Doğan Bey, her yönüyle delikanlıydı. Babasını hiç tanımasa da büyük âlim, şair, edip Hoca Süleyman Çelebi’nin yeğeni, Seyyid Emir Sultan Hazretleri’nin gözde talebesiydi. Çocuklar hiç korkmazdı. Sanırım ona duyulan sevgi, hayranlık çekinmeyi ortadan kaldırmış, unutturmuştu.
Yeri ve zamanı gelince kötülere karşı zapt edilmez volkan olur patlar, iyilere, güzelliklere karşı ise kuzu gibi uysal, sakin, toprak gibi mütevâzıydı. Hep altta, arkada, kenarda köşedekilerle alâkalanır, ihtiyaçlarını giderir, onları cesaretlendirirdi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.