"İşim hiç de kolay değil" diye söylendi Ali...

A -
A +
“Sen pek küçüksün, zorluklar çok, onları aşıp muvaffak olamazsın! Aman dikkatli ol!”
  Zihninin dehlizlerine doğru bir yolculuk tertipliyordu bugün. Yol oldukça uzun, çeşitli tehlikeler ve bilinmezliklerle doluydu. Üstelik kontrolün kimde olduğu belli olmadığı gibi, göreceklerinin doğruluğu da muğlak... "İşim hiç de kolay değil" diye söylendi Ali. Maksadı, bir ferdi olduğu mümtaz ailesini kimseye muhtaç etmemek olsa da kendini ayakta tutabilme, mecburi ihtiyaçlarını karşılayabilme imkânı ve ihtimali de oldukça düşündürücüydü! Bütün bu hayâlleri, ihtimaller ve imkânsızlıklar üzerine kurulmuştu. Ona odaklanıp inandığı hakikatlerden vazgeçmeden önce hareketlenmişti. Hareketlenmişti ama daha adımını atmadan karşısına: “Sen pek küçüksün, zorluklar çok, onları aşıp muvaffak olamazsın! Aman dikkatli ol!” nasihatleri dikiliveriyordu... Evet, önündeki en büyük mâniler: Tabular... Ön yargılar... “Ah şartlanmışlık! Ah ah!..” Ömer, çıkardığı gibi sarıverdi; iyi mi, kötü mü, ne durumda olduğunu tam anlayamadığı şeyi ve parmaklarını hızla hareket ettirerek “Peşim sıra gel” diyordu arkadaşına. Gayriihtiyari, Ali de bu işin sonunda ne çıkacak diye meraklanıp “geliyorum” diyor el işaretiyle.             *** Oldukça küçük ve dar bir sokak, iki tarafında muhtelif binalar ve altlarında her çeşit dükkân; bakkal, attar, manav, kunduracı, vesaire. Birkaç gün evvel yağan karın ötedeberide bıraktığı kirli buzlar, akan suların üstünde can çekişiyor gibi... Çoğu eski, çift katlı dükkânlar; yanlarında yükselen apartmanların eteğinde, kar altında kalmış köstebek tümseklerini hatırlatıyordu insana. Ömer’in aradığı ANTİKACI dükkânı da ileride ve bunlardan biriydi. Kapıların bir bir açıldığını görünce biraz daha hızlandılar. Önlerine çıkan; boyaları solgun, kirli camları çatlamış ilk dükkânın önünde, bir müddet kepenkleri açmaya çalışan antikacının kendilerine bakmasını beklediler. - Merhaba Ruhi Amca! - Merhaba yeğen. - Daha önce size bahsetmiştim ya, işte o arkadaşım Ali ve satmak istediği duvar saati, işte burada. - Ver bakalım! diyerek uzanıp aldığı şeyi dikkatlice incelemeye başladı Ruhi Amca. Her zaman yaptığı gibi, boğazını temizledi, sandalyesine yerleşip ileri geri hareket ettirerek otururken gözlüklerini ayarladı. O yüzünden hiç gitmeyen asabiyetiyle bir Ali’nin uzattığına bir de Ömer’in yüzüne baktı boş gözlerle. “Buraya yaklaş” mânâsında el işareti yaptı Ömer’e. Dükkânın bütün duvarları, sayılamayacak kadar çok, küçük ev eşyaları ve tablolarla doluydu. Yan tarafta arkadaşıyla fısıldayarak konuşan Ruhi Amca'nın “Bu meseleyi bir inceleyip tedkik edelim” cümlesinden başka bir şey duymadı Ali. Bir süre el kol hareketiyle konuşmaları dinleyen Ömer, mahçup bir eda ile vedâlaştı, dışarı çıktı. Ali de yeniden gazeteye sardığı emaneti aldığı gibi onu takip etti. Birkaç dükkân geçerek başka bir yere girdiler. Ömer hep kendi kendine söylenip duruyordu: “Olacak şey mi hiç? Tövbe tövbe!” DEVAMI YARIN      
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.