Tarifsiz hislerle vedalaştılar içi içine sığmıyordu Ali’nin...

A -
A +
"Çok teşekkür ederim efendim. Mühim olan iç dünyamızı düzeltmek olduğunu bir daha anladım."
 
Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor. Huzur, saadet pek uzaklarda Kaf Dağı'nın ardında zannedildiği için mi ne kolay kolay gülmüyor insanoğlunun yüzü…
Oysa çok yakınında kendi alın terinde, emeğine ve en yakınında, tam içinde saklı aradığı huzur…
Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde…
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun…
Siz dışını boşverin, içine bakın insanın…
- Çok teşekkür ederim efendim. Mühim olan iç dünyamızı düzeltmek olduğunu bir daha anladım.
- Sen zaten huzurun, saadetin nerede olduğunu çözmüşsün be evlat. Sözüm diğer insanlaraydı.
- Tamam efendim.
Hasan Dede küçük kahraman Ali’nin pembe alnına bir buse kondururken sevinç gözyaşlarına mâni olamıyordu. Tarifsiz hislerle vedalaştılar. İçi içine sığmıyordu Ali’nin.
Bu akşam annesi kim bilir ne yemekler yapacaktı?. Ayakları yerden kesildi, uçmak istiyordu. Babasıyla olan en son mutlu günlerine dalıp gitti…
“His âlemi, duygu dünyası zengin insanlar, bilhassa hanımlar pek narin, oldukça kibar hareketlerle ifade ederler düşüncelerini” diyordu Ali’nin babası. Her ne hikmetse bugün çok keyifliydi.
            ***
Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmış, ardından sımsıcak, ışıl ışıl bir güneş çıkmıştı. İrili ufaklı ağaçlar yağmurda yıkanmış, yaprakları, bulutların arkasından yeni çıkmış güneşte pırıl pırıl yakuttan bir mücevher gibi parlıyordu. Mis gibi havada toprağın o kendine has güzelim kokusu. Bulutların uçuştuğu deniz mavisi gökyüzü. Serçeler dallarda, yuvalarında cıvıldaşıyor. Kuzular, koyunlar meleşiyor, başağa yeni durmuş zümrüt tarlalar, tavus kuşu süslü çayırlar, köpük köpük çağlayan sular, kemerli taş köprüler… O gün içimiz, dışımız huzur, mutluluk doluydu… Nasıl olur da coşmazdı insan, bu güzelliğin karşısında?
Böyle bir güne uyandığınız ve pencereyi açtığınız zaman, içeriye dolan mis gibi tertemiz hava mutluluk taşımaz mı ruh âleminize? Cennet misali tabiatla iç içe gülüp söylerken insan; bir “yaşasın” çığlığı atmaz mı, bir anda?
O sabah uyandığımda dilime dolanan söz babamın; “hayırlı sabahlar çocuklar” cümlesi idi. Hâlâ mırıldanıyorum bu yadigâr cümleyi. Babamdan çok güzellikler kaldı miras. Onlarla şeref duyuyorum, şeref buluyorum hâlâ.
İçi kıpır kıpırdı. Kışı, soğuğu çoktan unutmuştu Ali.
“Kuşlar burada da cıvıldıyormuş, kediler oradan oraya miyavlayarak sevinçle kaçışıyormuş. Çocuklar parklarda dolu dolu eğleniyormuş…"
“Allah Allah! Ben şimdiye kadar neden göremedim bu güzellikleri acaba?”
Hafiflemiş gibiydi sanki. Yürümeye, koşmaya başlasa, hiç yorulmadan eve kadar giderdi. Köyünde olsaydı Palandöken’in eteğine varacakmış gibi bir duygu seline kapılırdı mutlaka.
Pek mühim bir şey de yoktu. Günlerdir yağan karla karışık yağmurun ardından güneşin bulutların arkasından gülümsemesinden başka… Bunları hissetmesi, sevinmesi için bugünü yaşaması yeterliymiş meğer…
Oysa yağmuru ne kadar da çok severdi. Sokaklardaki çöpü, kiri, pası silip süpürdüğü gibi ruhunu da temizlerdi o rahmet dolu yağmur.
“Yorulana kadar yürümek hattâ koşmak isterim, seyretmek isterim bütün pisliklerin sürüklenişini. Köyümüzün yaylasında, yağmur altında kalmayanlara da bunun tadını anlatamam ki?” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.