"Hakikaten okumaya beni layık gördünüz mü babacığım?.."

A -
A +
"Fadıl Hoca, güler yüzlü, müşfik, babacan ve seni çok seviyor… Hem beni çok iyi tanıyan biri."
 
 
Sorular peş peşe geliyordu Fatıma Hatun'dan:
- Evet mi, hayır mı? Veya; “var mısın, yok musun?” Numan’ı vermeye!
- Baştan beri anlamıştım onların Numan’ı istemeye geldiklerini.
- Ben de kaç gündür hep ona hazırlıyordum kendimi.
- Numan ne diyor bu işe, hiç sordun mu?
- Yok!
- O zaten dünden hazır. Kuzuların yanına kitapsız gitmiyor. Hep okuyor, okuyor...
- Yine de fikrini alalım.
- !!!
- Nasıl geldin Numan’ım?
- Yağmur başlayınca Deliklitaş’taki mağaraya girdim kuzucuklarımla! Yoksa fena ıslanırdık!
- İyi etmişsiniz evlat! Vâki olanda hayır vardır.
- Nasihatiniz hep kulaklarımda yankılandı babacığım!
- Akıllı oğlum! Biliyor musun misafirlerimiz senin için gelmiş.
- Ya! Biliyordum, biliyordum geleceklerini!
- Demek biliyordun!
- Tahmin benimkisi; çünkü her gördüklerinde sual soruyorlardı müderrisler.
- Onlara ne dediysen hoşlarına gitmiş.
- Her verdiğim cevaplarıma gülüyor, saçlarımı okşuyordu Fadıl Hoca.
- Hım! Okuyabilecekler listesine dâhil ettiklerine göre; o konuşmaların tesiri... Israr etmeleri ondan.
- Ne diyorlar babacığım?
- Ne desinler? “Numan’ı ver okutalım” diyorlar. İster misin?
- Siz bilirsiniz muhterem babacığım.
- İster misin, istemez misin? Açık söyle!
- Okumak çok hoşuma gidiyor ama...
- Aması da ne? Yani, evet mi?
- Ya, evet! Elbette! Boş zamanlarımda gelir yine yardım ederim.
- Numan’ım!
- Hakikaten okumaya beni layık gördünüz mü babacığım?
- Ne demek? Sen istedikten sonra!
- Hem de çoook! Dağlar kadar…
- Fadıl Hoca, güler yüzlü, müşfik, babacan ve seni çok seviyor… Hem beni çok iyi tanıyan biri. Bu bakımdan da münasip görüyorum.
- Hay Allah! Rüyamda görmüştüm böyle bir şey olacağını.
- Hayrola! Nasıl bir rüyaydı Numan’ım?
- Öyle hoş bir mekânda bulunuyorum ki, tarifsiz güzellikte bir yer... Bir tarafı uçsuz bucaksız derya, diğer tarafı zümrüt yeşili ova… Rengârenk çiçekler, çeşit çeşit meyveler, envaitürlü kuşlar… Billur gibi nehirler akıyor deryaya… Susamışım. Eğilip kana kana içiyorum ırmaktan. Öyle tatlı suyu vardı ki... Bir daha, bir daha içiyorum yine de doymuyorum. Sonra hararet basıyor… Hiç tereddüt etmeden deryaya atlıyorum… Siz babacığım; “oğlum gitme” diye feryat ediyorsunuz. “Yüzme bilmiyorsun, boğulursun” diyorsun. Annem de orada… Sadece bakıyor, bir sana, bir bana… O korkmuyor, boğulacağımı düşünmüyor. Yüzüyorum, yüzüyorum. Ne yorgunluk, ne de bezginlik var… Böyle rahat yüzdüğümü görünce siz de ferahlıyor, gülüyorsunuz… Tam karşımda; tanıyamadığım beyazlar giyinmiş bir grup müderris, hoca efendiler beni seyrediyorlar. Onların arasında Fadıl Hocayı tanıyorum, gülerek el sallıyor. Bana muhtelif isimlerle hitap ediyorlar… Kimi Hacı, kimi Numan, bazıları da Bayram diye hitap ediyor… Gaipten bir ses: “BİLMEN LAZIM, BİLMEN LAZIM BİLMEN LAZIM!” diye üç defa kulağımda yankılanıyor. Sevinç karışımı şaşkınlık içindeyim. Çok huzurlu bir rüyaydı. Uyandığımda hâlâ tesirindeydim. Kalbimin küt küt attığını duyabiliyordum. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.