“Numan geldi, Fadıl Hoca yeniden talebeliğe başladı”

A -
A +

Daha ilk gün; hem de ayakta bu kadar sual ve cevap karşısında diğer talebeler de şaşırmıştı!..

Fadıl Hoca:
- Dünyada “kolay” diye bir şey yok. Cehd edecek, gayret göstereceksin! Büyüklerimizin bir sözü var, “lisan-i hâl, lisan-i kalden entaktır” diye…
- Ne demek efendim?
- Yani bir insanın yaşantısı, hayat tarzı, sözlerinden daha mühimdir, daha tesirlidir. Yalan söyleyen biri bize “yalan söylemeyiniz” derse tesiri olmaz ki.
- Peki efendim, güzel yaşamayı nasıl öğreneceğiz?
- O büyük zatların kitaplarını ve hayat hikâyelerini okumak suretiyle. Bunlar okununca, sevgileri kendiliğinden kalbe yerleşir.
- İnşallah, bize de nasip olur efendim.
- İnşallah!
- !!!
Daha ilk gün; hem de ayakta bu kadar sual ve cevap karşısında diğer talebeler de şaşırmıştı. Bir hazırlık dönemi, acemiliği atma, çevreyi iyice tanıma safhası yaşamadan direkt ders, hem de kalp ilimlerine dair ders ve ayaküstü hallolan ders… Bu tutum tuhaflarına gitse de gelen çocuğun istidadının yüksek olduğunun da bir delili sayılırdı. Müderris Fadıl Efendi boşuna alâka göstermiyordu.
Bu ilk buluşma ve ilk ders; Fadıl Hocayı daha çok araştırmaya, düşünmeye, öğrenmeye sevk etmişti. Neredeyse Numan ile saatlerce baş başa kalıyor, kitap sayfaları arasında kayboluyorlardı. Birkaç aylık birliktelik diğer ulemanın, talebelerin de dikkatini çekmiş olmalı ki “Numan geldi geleli Fadıl Hoca yeniden talebeliğe başladı” diye dedikodu ediyorlardı.
Eski talebelere ders vermeyi de ihmal eden Fadıl Hoca, zahirî ilimlerden ziyade bâtınî ilimlere yönelmiş, daha münzevî yaşamaya başlamıştı. Çünkü o, Numan’ın sualleri karşısındaki acizliğinin farkındaydı. Bu hâlin devam etmesi üzerine ulema ve ahbapları pek üzülüyorlardı. “Yalınayak, başı kabak bir çocuk geldi. Medresemizin direğini devirdi, binamızı hepten sarstı” diyerek aleyhinde ileri-geri konuşmaya başlamışlardı.
Ankara’nın maneviyat âlemindeki volkan fena patlamış, dört bir yanı ateş sarmıştı. Artık Karamedrese’den kara ruhlara nur yağıyordu. Yaşı küçük, gönlü gani biri; daha bu yaşta gittiği her yerde feyiz ve bereket saçıyordu. Şark ile garp âdeta bir araya getirilmişti bu tıfıl sayesinde. İleride, mümbit Anadolu ruhunun inkişafını tutuşturacak çıra; çoktan yüksek hararetle ve harla yanmaya başlamıştı.
O küçük gönül sultanının gelişi, Kara Fadıl Hocanın kendine gelişi, kendi kendini buluşu olmuştu. O, gönül oklarıyla nişan alındığı hedef tahtasıydı artık. Bir bağrı yanıklıktı, yüksek aşktı, sonsuz muhabbetti Numan. Onunla konuşmak, Fadıl Hoca için yeni dünyaların keşfi, yeni kapıların aralanması demekti. Ayniyle; Numan için de Fadıl Hoca öyleydi. Yaş ve tahsil farkına rağmen ikiz ruhlardı sanki. Sonsuzluk  seferinde sır arkadaşı, gönül yoldaşı, aynı ruhun iki yüzü ve bir elmanın iki yarısı gibiydiler…
Emirlerin, beylerin, âlimlerin ve halkın cenderesinde sıkışıp kalan Fadıl Hoca; bu talebesiyle, medresenin alışılmış hayatından koparak yenilenme, mânevi yükseliş devresine geçmişti çoktan. Kendisi için kalp gözünün, mânevi kapılarının açılacağına dair işaretlerin farkındaydı. Bu kapı ki, ebedi hayata açılmış, bir daha da asla kapanmayacak ulu kapıydı… DEVAMI YARIN

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.