"Deli çaylar gibi coşuyor, sel olup taşıyorum!.."

A -
A +
“Sanki yeniden doğdum bu âleme, saçlarım toprak karası, çimen yeşili gözlerim ufuklarda hep onu arıyor..."
 
 
Fadıl Hoca “Sana ne oldu? Meczuplaştın” diyenlere “Sanki yeniden doğdum bu âleme, saçlarım toprak karası, çimen yeşili gözlerim ufuklarda hep onu arıyor... Gün yükseldikçe başım Arş’a değecek gibi oluyorum. Bedenime güç, kuvvet, ömrüme bereket niyaz ediyorum Rabbimden. Deli çaylar gibi coşuyor, sel olup taşıyorum. Kabıma da, kalıbıma da sığmıyorum. Bahara döndü ömrüm sayesinde. Sükûnet buldu azgın nefsim, hep tefekkür üzerineyim. Fikrim, zihnim hiç olmadığı kadar berrak. Mesuliyetimin farkındayım ve artık yalnız değilim” diyordu...
Hoca mı talebesini yetiştiriyor, yoksa talebe mi hocasını? Hiç belli değildi.
                ***
Kapalı kapılar yok; bilesin!
Kalbin dinle; onun sesine bak!
Düşünsene kimsin, kimlerlesin?
Suyuna değil; çeşmesine bak!
 
Ne zaman aklına gelse gökyüzüne bakardı Numan. Anacığının, muhterem pederinin de o maviliği seyrettiğini düşünür, onlarla birlikte olduğuna inanırdı. “Hiç unutmadım ki, taa kalbimin en müstesna köşesindeler” dedi, gelip geçenlere,  ağaçlara, yeniden gökyüzüne baktı. Pek uzak ve bilinmez diyarlardan gelmiş olan göçmen kuşlar, etrafta neşe saçıyordu. Sığırcık sürüleri, turnalar, leylekler uçuşuyor, çıkardıkları seslerle işe dalmış, çok çalışmaktan yorulmuş, üzüntü ve kederlerden bunalmış köylüleri, pek uzak, tenha, sakin yerlere; biraz huzur, saadet tatmak için çağırıyorlar gibiydi.
Lacivert dağlar arkasında büyük kubbeli saraylara eş medreseler hayal ediyor, ruhunu, hissiyatını; samimi, içten dualarıyla teskine, cehaleti yenmeye, kafasına takılan sualleri bir an evvel aklından silip atmaya çalışıyordu Numan. Bazen medresede olduğunu unutuyordu. Her gün yoruluncaya kadar okuyan ve tefekkür edip düşünen bir adam olup çıkmıştı. Onun bu disiplinli, ilme susamış, o kendinden emin hâli; etrafına iyi örnek oluyor, diğer talebelerin de çalışmasını teşvik ediyor, huzur ve güven veriyordu.
Zülfadl’ın birbirinden nefis bağlarını, bahçelerini, şirin, sımsıcak evlerini barklarını, gölgesinde serinlediği kavaklarını, söğütlerini, alabildiğine uzayıp giden tarlalarını, çayırlarını ve hatta gözünün önünden hiç gitmeyen o sevimli kuzucuklarını; aklından çıkarıp atmak istiyordu. Gözü, gönlü iyi ve tam tahsilden maada hiçbir şey görsün istemiyordu. O, gümüş renkli, billurdan şelâleler oluşturarak akan nehirler, yakuttan gül, lâle, sümbül, rengârenk çiçek bahçelerinde neşeyle dolaşabileceği Cennet-i âlâlar hayal ediyordu. Yalnız kendi iç âleminde yaşayan bu muazzam manzaraya, bu yüce ve büyük rüyaya bakarak, “acaba hakikat olur mu?” deyip “ah!” çekiyordu.
 
Koca dağlar, ulu dağlar.
Hasta hâlin bilmez sağlar.
Ben derdimi söyler isem,
Gün kararır bulut ağlar. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.