Numan’ın ilim öğrenmedeki azmi gayreti, hayranlık uyandırıyordu...

A -
A +
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar birbirini kovalıyor, zaman su gibi akıp gidiyordu...
 
 
Müderris Fadıl Hoca; inzivaya çekilmişti ama farklı bir inzivaydı bununki… Herkes bir çilehane yaptırır, insanlardan ve dünya meşgalesinden ırak orada Rabbine yalvarır, zikreder, nefsini hesaba çeker, kalbini küfür pisliklerinden temizlemeye çalışırdı. Bu ise daralan gönlünü kırlara bayırlara atarak, tenhalarda dolaşarak ferahlandırıyordu ancak. Bütün hayvanat ve nebatatla sohbet etme aşkı Numan’dan ona da sirayet etmiş olmalı ki; her gördüğü canlı, cansız varlık ona lisan-ı hâl ile bir şeyler fısıldıyor sanıyordu.
Numan ile gelen, medresenin neşesi, baharın neşesiyle katlanmıştı sanki. Bu saadetten mi ne etrafında çığlık çığlığa uçuşan kuşların ona; “geliniz, buraya geliniz, hep beraber uçalım, gidelim uzaklara, şu pembe sislerin öbür tarafına… Orada sizi envaitürlü güzellikler, hiç solmayan çiçekler, kurumayan ezeli yeşillikler, tarifsiz ırmaklar, berrak, buz gibi serin suları olan gözeler bekliyor. Gidelim kavgasız, dedikodusuz memleketlere! Durmayın gelin, haydi o huzur diyarına…” diyen ve pek derinlerden gelen, kalbini hoplatan seslerini işitir gibiydi. “Hayalim bütün bütüne dumanlanıyor, âdeta başım dönüyor” diyerek yüksek düşüncelere dalıyordu müderris Fadıl Hoca…
Biz de biliyoruz yatıp mışıl mışıl uyumayı,
Yasak ettiler; başımızı bir yastığa koymayı!
                                          ***
            ÇUBUK ÇAYI NUMAN’I ANLATIYOR…
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar birbirini kovalıyor, zaman su gibi akıp gidiyordu. Numan’ın ilim öğrenmedeki azmi, gayreti, üstün istidadı hayret ve hayranlık uyandıracak yükseklikteydi. Kısa zamanda ona hocalık yapmada aciz kalan müderris Fadıl Efendi; Numan’ın ilk hocasından; onun hakkında malumatlar edinmek için yollara düştü... Aslında ne yaptığının da pek farkında değildi. Kafası başka tarafa, ayakları bir başka tarafa gidiyor gibiydi. Gide gide yolu Çubuk Çayı’na kadar vardı. Saçı sakalı iyice aklaşmış bir piri fâni abdest almaktaydı kıyısında. Bitene kadar baş ucunda bekledi. Kenara çekilip çoraplarını giyerken:
- Selâmün aleyküm, mübarek olsun baba.
- Ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berekâtühü! Sağ olasın evlat, hoş geldin.
- Hoş bulduk baba... Bu köyden misin?
- Evet!
- Birini soracağım.
- Sor evlat.
- Küçük Numan’ı, tanır mısın?
- Tanımaz olur muyum. Ne yapacaksın onu?
- Onun şimdiki hocasıyım!
- Ben de ilk hocasıyım!
- Ooo maşallah! Gökte ararken...
- Yerde bulmadınız hocam tevafuk... Rabbim karşılaşmamızı murat etmişti, oldu. Ben Numan’ı düşünerek onun gezdiği, tefekkür ettiği yerlerde olmak istedim. İhtimal siz de aynı hislerle düştünüz yollara, Rabbim de kolaylaştırdı.
- Hikmetinden sual olunmaz.
- Âmennâ! Onun doğduğu köydenim. Kimim kimsem yok. Ona çok hizmet ettim. Size gelmeden önce bende ne varsa ona verdim, gönül rahatlığıyla da gönderdim.
- Yaa... Demek öyle! Verebileceklerinin hepsini verdin! Ondaki olgunluğunun sebebi daha iyi anlaşıldı şimdi.
- O zaten olgundu evlat! Bizim vereceğimiz şey de bize göreydi. Karamedrese’ye göndermeleri için Koyunlucalı’ya çok dil döktüm çook! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.