"Numancık; ilim tahsil etmeyi öyle bir istiyordu ki..."

A -
A +

Çubuk Çayı; coştukça coştu, sanki dile gelmiş dertleşiyordu müderris efendiyle...

Lisan-ı hâl ile Çubuk Çayı ile hasbihâl ettiğini anlatıyordu Numan'ın ilk hocası:
- Bir gün bana dedi ki: “Ey su! Neden böyle başını taşlara vura vura akarsın?” Cevap veremeyince; “Senin alnını secdeye koyduğun gibi ben de secde etmekteyim Rabbime. Bu da benim Allah’a ibadetim.”
- “!!!”
- “Ey Çubuk Çayı! Çok mu acı çekmektesin ki; yılan gibi kıvrım kıvrım kıvrılırsın? Derdin mi var ki; başını taştan taşa vurup inim inim inlersin? Hiç durmaz ve hiç susmazsın!”
- “Susar mıyım hiç, Allah’ın adını zikretmekteyim ben, bundan hiç bıkar mıyım?”
- Öyle ya! Allahü teâlâyı anmaktan hiç bıkılır mı?
- O; beni iyi anlardı. Eğilip yüzüme baktığında, onun gözlerinde başka bir cihan görürdüm. Bana dokunduğunda, sanki ateşinden buhar olacağım diye titrer, korkardım. Kur’ân-ı kerîm okurdu oturup kıyıcığıma. Ağlardı bazen! Onun bir damla gözyaşının denizlerden daha büyük, daha güzel olduğunu düşünürdüm. Çubuk Çayı olacağıma O’nun bir damlacık gözyaşı olsaydım diye hayıflanırdım. Yıllar geçti ben aktım, bazen hepten kuruduğum günler bile oldu ama Numan’ın soruları hiç kesilmedi,
Sualleriyle ihtiyar hocasını bunalttı. Bir gün Koyunlucalı Ahmet Efendi’nin yanına gitti.
- Ahmet, bu çocuğa öğretecek bir şeyim kalmadı. Soruları karşısında aciz kalmaya başladım. Allahü teâlâ ona öyle bir akıl vermiş ki...
- Eee maşallah, Hocam maşallah de! Akıllı olması benim de çok hoşuma gidiyor ama köylüyüz işte az akıllı olsak ne olur, çok akıllı olsak ne olur?
- Koyunlucalı, Koyunlucalı! Böyle bir çocuk cihana her zaman gelmez! Onu köylü yapar, cahil bırakırsan vebal olur, bilesin!
- Hocam, Kur’ân-ı kerîmi öğrettiniz, ilmihâlini öğrettiniz! Abdesti alır, namazını dosdoğru kılar, daha ne öğrenecekti ki?
- Ahmet oğlum, ilmin sınırı yoktur. Ben derim ki Ankara’ya Karamedrese’ye ver bu çocuğu.
- Ver; demek kolay Hocam, nasıl okuturuz? Hem burada bir sürü iş var, onları kim yapacak? Onlar benim elim, ayağım, her şeyim!
- Koyunlucalı, bu çocuğu buralarda bırakma, yazık edersin! Bunun hesabını veremezsin! Devlet, ilim öğrenmek isteyenden para almaz. Allahü teâlâ ilim okuyan, okutana kolaylık gösterir, bilmez misin? Vebali boynuna!
- Vebalden korkarım Hocam, eğer kendisi de isterse...
- İster! İster! O ilim için yaratılmış Koyunlucalı!
-…
Çubuk Çayı; coştukça coştu, sanki dile gelmiş dertleşiyordu müderris efendiyle...
- Numancık; ilim tahsil etmeyi öyle bir istiyordu ki; kelimeler bu isteği ifadeden aciz kalırdı. “Buyur” deselerdi; hemen hazırlanıp yola çıkıverirdi. Demek sizi bekliyormuş Fadıl Hoca. Bu hayırlı işte payınız varmış! Pek nasipliymişsiniz! Bir müddet daha ondan ayrılamadım. Yanı başından usul usul aktım. Biliyordum; onun varacağı yere varamayacaktım. İnsan olmadığım için üzüldüm o an. Sanki beni anlamış gibi sevgiyle baktı. Serin suyuma sıcacık avucunu daldırdı, itinayla abdest aldı, yudum yudum içti... İşte böyle arkadaşlık ederken bir gün geldi vedalaştık, ayrıldık Fadıl Hocam. Hasretim hep ona! Ya sen! Sen kim için yanarsın? DEVAMI YARIN

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.