Bir bayram sabahı, yeni hocasının huzuruna çıktı

A -
A +
"Ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berekâtühü. Hoş geldiniz Numan’ım!"   Şücâ-i Karamanî: - Büyüklerin işine akıl sır ermez efendim! Onlar gönül gözüyle baktıklarından bizim görmediklerimizi görür, işitmediklerimizi işitirler. Sizi de öyle gördü ki “tanışalım” buyurdular, bizi gönderdiler. - Başüstüne! Bu davete icabet etmek elzem! - !!! - Hadi derviş efendi; iyice istirahat et, dinlen, yarın erkenden yola çıkalım! Gidelim, gidelim de nasibimiz neymiş görelim... - !!!              *** Yeni depreşen kalbindeki tarifsiz aşkı, muhabbeti, sevdayı koynuna aldı, sarılıp uykuya dalacaktı ki müderris Numan Efendi ne mümkün!.. Nerede o uyku, nerede uyumak? Medrese odasının taş duvarlarındaki muhtelif şekillere dalarak; tanımadığı, bilmediği o ebedî kılavuzu, mürşidi olacak zât-ı muhteremi düşünmeye ve hayal etmeye başladı. Sabaha kadar sağdan sola, soldan sağa döndü durdu hep… Hasret dolu gözleriyle bir şeyleri aradı, tarif edemediği bir şeyleri… Senelerdir beklediğine kavuşabilme heyecanı her tarafını kaplamıştı. Bu gece bambaşka hâller içindeydi. Bütün bedeni sarsılıyor, tir tir titriyordu, sevinç karışımı merakla! Kurumuş dudaklarında iki kelime vardı; “Hâmid-i Veli” sayıkladı durdu… Ve o seçilmişti, bizzat da çağrılıyordu… Nasıl uyuyacaktı ki? Hak âşıkları der ki: “Kırdım kalemin ucunu! Bundan sonraki yolculuğumuz yüksek aşk yolculuğudur. Aşkı kalem yazamaz ki; kitaplarda bulasın, okuyasın...” Bir başka ifadeyle: “Dilini kalem et, gözyaşını mürekkep. Bir duyan ve gören var elbet; yeter ki istemesini bil ve can-ı gönülden dua et!”              *** Zaten geçen gece sahi imiş gibi bir rüya görmüştü. Şimşekler çakıyor, yıldırımlar düşüyordu zifirî karanlığın ortasına ortasına. Bir kömür karasına bulanıyor, bir gündüzmüş gibi ışıl ışıl oluyordu etraf. Fırtınalı böyle bir havada, sel sularına kapılmış, boğulmak üzereyken, nur yüzlü mübarek biri ona elini uzatıp “bana gel” diyor, azgın dalgalardan çekip alıyor, sağ salim kıyıya çıkarıyordu. Numan, rüyasında hemen sonra gerçekleşen bu davete pek sevindi, tereddütsüz icabet etti. Talebeleri, meslektaşları ve mesai arkadaşlarıyla helalleşti, vedalaşıp tedrisi bıraktı. Hiç vakit kaybetmeden de Şücâ-i Karamanî ile yola çıktı… Yol kısaydı ama ona senelerce sürmüş gibi uzun geldi. Bir KURBAN BAYRAMI sabahı Kayseri’ye varıp yeni hocasının huzuruna çıktığında heyecandan kalbi duracak gibi küt küt atıyordu. İşte rüyasında gördüğü muhterem zât, tam karşısında ona öyle şefkatle bakıyordu ki; yerlere serilip ayaklarını öpesi geldi ama yapamadı, sadece titrek bir ses tonuyla: - Esselâmü aleyküm efendim, dedi, boyun büktü. - Ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berekâtühü. Hoş geldiniz Numan’ım! - Hoş bulduk efendim! - Şöyle buyur ya Numan! Davetimizi kabul etmekle bizi sevindirdiniz. - Davetinizle şereflendim efendim! Bayramınız mübarek olsun efendim. - Mübarek olsun! Gelişin bize bayram oldu Numan! Bugün Allah’ın izniyle iki bayramı bir arada yaşıyoruz, elhamdülillah... Şükürler olsun... - Şükürler olsun hocam, efendim! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.