“Hem evini, hem de Numan’ı yakarak ondan kurtulayım”

A -
A +
"Ahlanmanın sırası değil! Ver elini dedim Zülküf! Vaktimiz kalmadı!.."
 
Meğer Zülküf; Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin geldiğini görmüş, onca uğraşmasına rağmen ona bir zarar verememiş, canını yakacak bir şey yapamamış olduğunu hatırlayarak yeni bir tuzak kurmuş “Ziyaretteyken; hem evini, hem de Numan’ı birlikte yakayım hepten kurtulayım” diye çok fena, insanlık dışı şeyler düşünmüş!..
Numan’ın içeride olduğunu tahmin ettiği bir vakitte, evine girmiş, kucak dolusu çıraları tutuşturup kaçmaya çalışırken de çıkış yerini bulamamış bir türlü. Sanki kapılar sırra kadem basmıştı. Can havliyle bu sefer de yaktığı ateşi söndürmeye çalıştı ama  nafile… Devasa alevlerle baş edemiyordu. Cehennemî bir azap içinde başını o duvardan o duvara vurup feryad-ı figan ediyor lakin sesini kimseciklere duyuramıyordu. Korkunç bir manzaraydı. Nemrut misali İbrahim aleyhisselamı yakayım derken kendi helak olacaktı!..
Üzerindeki elbiseyi çıkardı harlanan ateşi söndürmeye çalıştı. Ne mümkün, durmadan alevleri büyüyor direkleri sararak tavana doğru yükseliyordu. Bu gidişle kısa zaman içinde çatı tutuşacak, bina hepten üzerine çökecekti. Ne edeceğini, ne yapacağını hepten şaşıran Zülküf, etrafına ümitsiz bir göz attıktan sonra, alevlerden en uzak köşeye doğru koştu. Bu hareketinin rüzgârından iç gömleği, yeleği ve koyun yününden poturu de tutuşmuştu. Ne kadar “imdat, imdat” diye feryat etse de sesini duyan yoktu. Kendi etmiş, kendi bulmuştu! Kimi suçlayacaktı ki? Alevlerin içinde cayır cayır yanmayı düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. Çok korkmuştu çook! Feci bir akıbetin, korkunç bir sonun kendini beklediğini düşünerek kahroluyordu ki Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri içeri girdi:
- Ver elini!
- Ah!
- Ahlanmanın sırası değil! Ver elini dedim Zülküf! Vaktimiz kalmadı!
- !!!
Daha fazla beklemeden alevlerin içinde kalan Zülküf’ü cübbesiyle sarıp sarmalayarak hem tutuşan elbiselerini söndürdü, hem de bir hamleyle dışarı çıkardı, emin bir yere götürdü. “Tehlikeden uzaklaştık elhamdülillah” derken, bir çatırtı duydu. Az sonra da alevlere teslim olmuş ahşap bina çatır çutur sesler çıkararak çöktü.
Zülfadl köyü; çocuk bağrışmalarıyla, kadınların feryad-ı figan edip ağlamalarıyla; “yetişin yangın var! İmdat! İmdat!” sesleriyle yankılanıyordu. Kurumuş ahşap evler alevlere teslim olmuş, kesif bir duman, yanardağ misali göğe yükseliyordu. Ata yadigârı, ustası belli olmayan evler, ahırlar, birer birer yıkılıyor, paldır küldür birbirine giriyordu.
“Bırakın beni! Yanayım kül olayım” diye ağlayarak ateşin içine atlamak isteyen Zülküf’ü, kendine zarar vermemesi için sıkı tutuyordu Hacı Bayram-ı Veli…
Hatıraların bir bir silindiği zincirleme bir felaket yaşanıyordu. Bütün köylü çaresiz, dehşet içinde ne yapacaklarını şaşırmış hâldeyken kara bir bulut büyüdü, büyüdü… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.