Sabrı, güzel ahlakı, onun da hidayetine sebep olmuştu...

A -
A +
Zülküf'ün sesi öyle gür çıkmıştı ki; kendi iniltisinden kendisi de korkmuştu!..
 
 
    ZÜLKÜF DERGÂHTA
 
          ULU ŞÂR
Çalabım bir şâr yaratmış,
İki cihân âresinde.
Bakıcak Didâr görünür,
Ol şârın kenâresinde.
 
Serin bir rüzgâr, kar kokan zemherinin fısıltısını çoğaltarak esiyor, köyün yanı başında hâkî bir tepe gibi yükselen kuru ot yığınlarını tir tir titretiyordu. Zülfadl köyünün bu geniş ufuklu, bu tenha, bir tarafı Çubuk Çayı’na inen ıssız patika ve çevresi; eski bir muharebe sahasıymış. Zaman zaman insan kemiklerinin çıktığı çok görülmüştü. Zülküf, kışa, soğuğa aldırmadan insanların geçimsizliğini, geçmişteki muharebeleri, kavgaları düşünerek yürüyordu. Birçok kanlı harplere sahne olmuş bu topraklarda, nice canlar tomurcuğundayken açmadan soluvermişti. Zülküf birden; “Ölüm” dedi, haykırdı. Öyle sesi gür çıkmıştı ki; kendi iniltisinden kendisi de korkmuştu. “Ölüm; en büyük hakikat değil mi ya!” dedi bir daha. İnsan kemiklerinin, boş kafataslarının çocuklar elinde oyuncak olduğu o eski günlere dalıp dalıp gitti. Bir an öldüğünü, etlerinin çürüyüp döküldüğünü, vücudunun kurtlandığını, her tarafını haşeratın sardığını, iğrenç bir şekilde koktuğunu düşündü, elinde olmadan yüzünü buruşturdu. Şimdi üzerine titrediği, soğuktan, sıcaktan muhafaza ettiği bedenini, birçok şeyi beğenmediği, ipe sapa gelmez nefsini anlamaya çalışıyordu… Soğuk, karanlık mezarda iki metre toprak altındaki perişan hâlini görür gibi oldu, iyice korktu, ürperdi. Sağ olduğuna, aklının başında olduğuna, hocasını tanıdığına, tövbe ettiğine defaten şükretti “Elhamdülillah” dedi.
Ne zamandan beridir hep tefekkür üzerineydi… “Ya! Ya bir de Numan’a kan kusturduğum o günler! Ey merhametliler merhametlisi Allah’ım! Kimseye bakacak yüzüm yok, hele hocama, o dünyalar iyisi mübarek zâtın yüzüne bakacak hâlim ise hiç yok!” diye söylendi. Zavallı Numan; ne kadar da kibar davranmış, onu incitmemek için ne fedakârlıklar göstermiş, çok kere yutkunmuştu. Oysa onu; isteseydi bir yumrukta yere serebilirdi. Yapmadı, zaten yapamazdı da… Çünkü onun dünyası farklıydı; gönül kırmaya değil, gönüller yapmaya talipti o. Terbiyesi, sabrı, üstün güzel ahlakı, onun da hidayetine sebep olmuş, düştüğü Cehennem çukurundan çekip çıkarıvermişti. Bu mübarek zât-ı muhtereme çok çok şey borçluydu. O öyle yüksekti ki; alçaklara dönüp bakacak ne vakti, ne niyeti vardı. “Bari bundan sonra kafa ve gönül kıracak bir halt işlemesem” dedi, gözlerine biriken damlaları sildi elinin tersiyle…
Memleketin tenha, gizli bir köşesinde kendi hâlinde hayat süren bu küçük köyde doğmuştu Zülküf. Moğol istilasının, Hurufi, Rum ve Ermeni çetelerinin zulmünden kaçan dedelerinin hazin hikâyelerini dinleyerek büyümüştü. Onun için mi ne, öyle hırçın tabiatlı olmuştu. Oysa aynı köyden Numan çok farklıydı. Demek ki; hadiseler kadar cibilliyet de mühimdi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.