Hiç kimseye hor bakma! İncitme gönül yıkma!

A -
A +
Öfkesi olmazdı ama olsa da sabun köpüğü misali uçup giderdi hemence…   Çevresindekilere, talebelere gelebilecek tehlikelere, fırtınalara karşı tedbir almaya çalışan tecrübeli kaptan gibiydi İsmail Fakirullah hazretleri... Siyah cübbe, bol şalvar ve nohudî sarık sarardı… Endamlı, zevkli hoş bir gönül sultanıydı o. Sevdiklerine latife olsun kabilinden; “gözüm görmesin, çıkın dışarı” diye takılır, yakınındakileri neşelendirirdi zaman zaman… İkinci küçük parmağına; hiç çıkarmadığı, belli ki manevi açıdan çok kıymetli, kaşı akik olan gümüş bir yüzük takardı… Boynunda da devamlı taktığı pek kıymetli duâların yazılı olduğu “Âyât-ı hırz” vardı. Bu arada gelen geçen herkesle de; tanısın tanımasın, sohbet etmeyi ihmal etmez, kırk yıllık ahbaplarıymış gibi davranırdı. Muhabbet etmeyi, öğütler vermeyi severdi… Öylesine bir meselede bile istişare ederdi. Her yerde, her halükârda hatırı sayılır, sözü geçerdi. Güngörmüş, geçirmiş, tecrübe sahibiydi. Sevince, kedere, her şekliyle hayata hazırdı. Oldukça mücadeleci, azimli, gayretli ve aynı zamanda çok da tevâzu sahibiydi… Yardımseverdi; birinin ihtiyacı olsun Hızır gibi yetişir, alâkadar olur, evin reisi bir baba sıcaklığıyla, içten, samimiyetle sıkıntıları aşmaya yardımcı olurdu… İşte yine o hislerle buradaydı. Geçmişte yaşadığı birtakım dert, belâ ve musibetlerin tesiri üzerinde hissedilirdi. Dalar giderdi bazen bir yerlere… Talebeleri merak ederdi o an; “acaba şimdi nereye yolculuk ediyor” diye… Öfkesi olmazdı ama olsa da sabun köpüğü misali uçup giderdi hemence… Ama maneviyatına saldırılınca, şah damarına basılmışcasına kükreyen, avını parçalamaya hazır bir aslan kesilirdi sanki… Haksızlığa tahammülü olmayan mücadeleci bir ruh hâli vardı içinde… Bütün ruhaniyetiyle; adaletle hükmetmek hâkimdi kalbine… İşte karşısında bir pelte gibi yatan bu istikbaldeki talebesine hayran hayran bakarken aklından neler geçmiyordu ki; bütün hocaları kendine ne vermişseler hepsini ona vermek için buradaydı. Mutlaka vaki olanda hayır vardı. Hiç kimseye hor bakma!İncitme gönül yıkma!Sen nefsine yan çıkma!Mevlâ görelim neyler?Neylerse güzel eyler…             *** Derviş Osman Efendi; bir testi dolu suyla içeri gidi. Maşrapayı doldurup önce hocasına takdim etti. O da Besmele çekerek üç yudum içti, artanı İbrahim’e vermesini işaret etti. Umumiyetle ateşli hastalıklarda insan, kendisine serinlik hissi veren şırıl şırıl akan çeşmeleri, fokur fokur kaynayan gözeleri, nehirleri, çayları, uçsuz bucaksız deryaları sayıklardı. Hasta yatağında hararetten dudakları çatlamış İbrahim de kendinden geçmiş vaziyette aşırı susuzluk çekiyor, bunu dile getiremiyordu. Dolaylı yollardan anlatmaya çalışıyordu belki de. Hasankale’den beri kendine eşlik eden kır atının susuz kaldığını ve artık onunla babasının alâkadar olmasını, ona iyi bakmasını istiyordu. Kendini değil o hastalık hâlinde bile atını düşünüyordu, o masumdu; aç, susuz olduğunu söyleyemezdi ki. Önüne ne koyarsan yer, koymazsan beklerdi. “Kır tayıma su verdiniz mi? Su verin! Su su!” diye inledi. Hem babası sahiplenirse gözü arkada kalmayacaktı. Kim bilir daha neler düşünüyordu? DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.