“Eyvah ben ne yaptım” dedi, çeşmeye koştu!..

A -
A +
Çeşme başında birbirleriyle oynaşıp gülüşen çocukları gördü, daldı gitti...
 
İsmail Fakirullah Hazretleri, elinin titremesi görünmesin, hissedilmesin diye mi ne çabuk geri çekti. Huşuyla ve oldukça hisli, gözleri yaşla dolu aşr-ı şerifi dinledi. Ona yakışanı yaptı; yan gözle yine belli etmeden seyretti talebelerini. O gözler, kimin üzerine çevrilse ürpertirdi. İşte ürperten o gözler; gece vakti huzurlu bir ormanın yeşili kadar sakin, deryalar kadar da uçsuz, bucaksızdı. Sözü, sohbeti kadar, sükûtu da ders veriyordu insana.
“Evlatlarım Müslüman rızık endişesi taşımaz. Çok kazanmak rızkı artırmadığı gibi, çok kaybetmek de rızkı azaltmaz. Daha çocuk, anne karnındayken, Cebrail aleyhisselâm ona der ki: 'Sen hiç endişe etme! Allahü teâlâ yiyeceğin rızıkların hepsinin üstüne senin ismini yazdı. Rızık, ezelde takdir edilmiştir. Senin ne zaman, nerede öleceğin bildirilmiştir. O bir an ileri gitmez, geri de kalmaz.’ Şurada, burada insanlar açlıktan ölüyor, başka yerde kazadan, diğer bir başka yerde zelzeleden ölüyor. Oradakileri öldüren kıtlık, kuraklık, buradakileri öldüren kaza, deprem ve benzerleri, birer sebeptir. Hakikat, gerçek olan odur ki, rızkı biten ölür. Kimse kimsenin rızkını yiyemez, hiç kimse de rızkını bitirmeden ölmez…”
Hocasının huzurunda olamamak, sohbetinde bulunamamak zor olsa da emrini yerine getirmek daha bir keyiflendiriyordu İbrahim’i. Gide gele yol olmuş ancak çobanlarının işine yarayan bir keçi yolundan ilerleye ilerleye, kendini koca bir kayanın altında bulan İbrahim, testi elinde bu büyük kayanın gölgesinde bir an durup soluklandı, derken çeşme başında birbirlerine su serpen, oynaşıp gülüşen çocukları gördü, daldı gitti. Olacak bu ya niçin geldiğini unuttu, başladı oynaşan çocukları seyretmeye. O atın tekmeleyerek öldürdüğü adamı hatırladı; daha dün gibiydi her şey; kanlar, bağrışma, feryad-ı figanlar beyninde zonkluyordu. Üzüntülerinin tazelenmesinden mi ne başı ağrıdı, keyfi kaçtı. Çocukların arasına girip oynamayı çok istiyordu lakin medrese kisvesine yakıştıramıyordu. At, adam, çocuklar, medrese arasında epey gitti, geldi, elinde olmadan dolaştı, durdu ama vakit de bir hayli ilerledi. Neden sonra su götürmek için geldiğini hatırladı. “Eyvah ben ne yaptım” dedi, çeşmeye koştu. Testisini ağzına kadar doldurarak medreseye yöneldi. Koştu koştu… Ter, kan içinde bahçeden içeri girer girmez nöbetçi talebelerle karşılaştı:
- Ne zamandır nerelerdesin Erzurumlu?
- Şey…
- Ne şeyi? Bahane bulma boşuna! Mübarek hocamızı bekletmeye utanmadın mı?
- Hocamı beklettim mi?
- Yok ya ne yaptın? Madem hocamızın sözü mühim değildi, niçin gittin çeşmeye? Burada emri yerine getirmek için can atan nice talebeler vardı! Niçin mâni oldun?
- !!!
Başına balyoz gibi inen kelimelerle İbrahim’i perişan ettikleri gibi tekme tokatla hırpalamaya da başlamışlardı ki İsmail Fakirullah Hazretleri, karşılarına dikildi.
- Durun! Durun ne yapıyorsunuz öyle?
- Ama efendim; emrinize muhalefet etti! Ne kadar zaman geçti, henüz…
- Onun bir kabahati yok çocuklar! Durun anlatayım! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.