Osman Efendi, oğluyla iftihar ediyordu...

A -
A +
Bu ne büyük saadetti. Rabbim neylerse güzel eyliyordu mutlaka.
 
İsmail Fakirullah Hazretleri gitmek için ayağa kalktı:
- Hadi İbrahim’im hoşça kal! Dediklerimi unutma “KENDİNİ ARA VE KENDİNİ BUL!”
Her söyleyeni dinle!
Ol söyleteni anla!
Hoş eyle kabul canla!
Mevlâ görelim neyler?
Neylerse güzel eyler…
                ***
Baba Osman Efendi oğluyla iftihar ediyordu. Anasız kalmıştı ama buraya kadar gelip İsmail Fakirullah hazretlerinin şefkatli kanatları altına girmek nasip olmuştu. Bu ne büyük saadetti. Rabbim neylerse güzel eyliyordu mutlaka. Lakin kalplere söz geçiremiyordu.
Hasankale’deyken biricik hayat arkadaşı Seyyidet Hanife hanımefendilerinin vefatı Derviş Osman’ı çok sarsmıştı. Osman’ı sarsmıştı da İbrahim’i sarsmamış mıydı? Onu hepten yıkmış küçük yaşta öksüz bırakmıştı. Derviş Osman; bir taraftan hayat arkadaşının yokluğuna dayanamıyor, diğer taraftan da küçük İbrahim’in ziyan olmasından endişe duyuyor, korkuyordu.
Merhume refikasını unutması mümkün olmasa da hatıralarından biraz uzaklaşmak için mi ne bağrına taş basıp ta Tillo’ya gelmişti. Medrese, dergâh, bir tanesi; canından can evladı da yanına gelince bir eksikliği kalmamıştı Derviş Osman’ın. İçindeki rahatsızlığını hâlâ atlatamamıştı ama kimselere belli etmiyordu. Bu yaşadıkları onu münzevi bir kişi yapmıştı.
Biricik mahdumu İbrahim’in, talebelerin gözdesi olmasına sevinmesine çok seviniyordu da bu tek başına dağlarda dolaşmasına çok üzülüyor, sağlığından endişe ediyordu. Etrafta yırtıcı hayvanlar vardı, eşkıyası eksik olmazdı, kötü niyetli insanlar her yerde olabilirdi! Bir çocuk; bunca tehlikelere karşı kendini nasıl koruyabilecekti ki? Gözü üzerinde olsa da her şeye yetmiyor, kavuşamıyordu. Sonra, bir de onun tek başına olması lazım gelen işleri de vardı.
“Bak yine ortalıkta görünmüyor İbrahim’im” diye söylenerek dışarı çıktı. Sokaklarda dolaşıp insanların peşi sıra koşmaktan da çekiniyordu. Aklına Molla Muhammed geldi. “Ona gideyim bari, birlikte arayalım” dedi, yürüdü.
İçinden neler neler geçmiyordu ki: “Doğduğun günden beri değişen hayatımda, her gün seninle büyüyorum canım evladım, oğlum! Sen benim bu hayattaki en büyük nimetim, destekçim, iftiharım, şerefim, hocam, talebemsin! Sağlığım da sen olursun, hastalığımda da…  Oğlum sensin, babam da! Yaşama hevesim, çabam, her şeyim de sensin…”
“Ufak şeylerden zevk alabilmek, kalite yerine zarafet aramak, hürmet göstermek yerine kıymetli olmak, zengin olmak yerine kimseye muhtaç olmamak, okurken tefekkür etmek, bakarken, işitirken Allahü teâlânın büyüklüğünü aramak, tadı damağında kalacak sohbetleri edeple süslemek, kalabalıklardan uzak kalıp tenhalardan zevk alabilmek ayrı bir meziyetti şüphesiz… Bu nefsi terbiye eden şeyler herkese tavsiye edilse de İbrahim daha çok küçüktü” dedi, gözleri doldu. "Baba kalbi neylersin ki? Sözün geçmiyor oraya…” derken iki damla inci tanesi gözyaşına mâni olamadı Derviş Osman... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.