"İbrahim’im hâlâ ortalarda yok! Pek merak ediyorum!.."

A -
A +
"Merak etme, gelir! Olup bitenlerden hocamızın haberi var mı?"
 
Kafasındakileri mütâlaa ederek pencere önünde duran Molla Muhammed’in yanına kadar geldi Derviş Osman:
- Molla Muhammed!
- Ne var Derviş Osman’ım?
- İbrahim’im hâlâ ortalarda yok! Pek merak ediyorum!
- Neyi merak ediyorsun?
- Neyi olacak İbrahim’imi!
- Merak etme, gelir! Olup bitenlerden hocamızın haberi var mı?
- Var!
- Haberi var demek teveccühleri de var demektir! Ne tasalanıp duruyorsun? Bazen senden şüphe edesim geliyor Derviş Osman! İkindi namazından sonra yine tepeye doğru gidiyordu.
- Öyle de gel bunu nefsime anlat!
- Nefsimizin peşi sıra koşmayı bırakma vaktimiz geldi, geçiyor Osman Derviş! Bak İbrahim bu yaşta bizi geride bıraktı.
- Öyle ya! Biz nere İbrahim nere?
İki arkadaş yan yana tahmin ettikleri tepeye doğru tırmanırken Derviş Osman ile Molla Muhammed; ürkek bir ses duyar gibi olup kulak kabarttılar. Ses “cik" dedi, sustu. Sonra bir-iki “cik cik” daha... Nereden toplanıp gelmişlerdi bu yerlere? Alabildiğine etraf, ağaç dalları kuş doluydu. Adını bilmedikleri allı, morlu, ebrulu rengârenk kuşlar… Dağ taş seslerinden çınlamaya başladı. Sanki bunların aralarına katılmasını bekliyorlarmış gibi bir hâl vardı. Kulaklar çınlıyordu âdeta: Cik cik cik… Cik cik cik. Cik cik cik… Kuşlarla İbrahim’in bir irtibatı mı vardı acaba? Kuzucukları ağılına koyup dönmüş olabilirdi.
“İsmail Fakirullah hazretleri ona gösterdiğini bize de gösterseydi aynısını yapabilirler miydi ki? Fiziki kâbiliyetler nasıl başka başkaysa, manevi kâbiliyetler de öyle farklı olmalıydı. İbrahim, işte böyle ender biriydi hiç şüphesiz. Bizim korkularımız onda yok, onun peşine koştuğu şeyler de bizde…” diye düşünerek ufukları tarıyordu Derviş Osman’ın yorgun gözleri. Molla Muhammed’e döndü:
- Molla Muhammed! İsmail Fakirullah hazretleri teveccühü bize yapsalardı; ne yapardık?
- Hoyrat eller gövdemizi kanlı bir et parçası gibi fırlatıp atsalardı yine farkında olamazdık! Çılgınlar gibi dağlara düşerdik!
- Demek hep aynı şey!
- Bahar gelince tabiat eskiyi atıp yeni süslerle nasıl bezeniyor? Kış; beyaza bürüyüp dört bir yanı, nasıl da kiri, pası, bütün çirkinlikleri kapatıyor? Her mevsimin ayrı güzelliği, ayrı vazifesi var. Kış, sessiz ve sakindir ama bir o kadar da gizli dünyaları taşır bağrında. Kar; altında sanılan nice umutları ulaştırır bahara. Hayat ise güneşe ayarlıdır sanki. Dağların ardına çekilen güneşle beraber aceleci davranır kabuğuna çekilmede de…
- Doğru dersin de Molla Muhammed! Unutma bekleyen bir baba, aradığımız çocuk… Ciğerparem!
- Endişelenme!
- Hâlâ ortalarda yok, sen endişelenme diyorsun!
- Bağıralım belki sesimizi duyar.
- İbrahiimm!
- İbrahiiimmm! Evladım neredesin?
- Hey! Sesimi duyuyor musun İbrahim?
- Allah’ım sen oğlumu muhafaza eyle, koru! Ona bir şey olursa ben ne yaparım? Rabbime emanetsin! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.