"Her şey bana farklı şeyler anlatıyor baba..."

A -
A +
    "Dağlar beni çağırıyor baba! Bilhassa bu dağ baba, çünkü bu dağ benim dağım!"     Derviş Osman iyice meraklanmıştı: - İbrahim! Nerede olabilir bu çocuk? Hay Allah! Ya Rabbim! - Karşımızda İbrahim! - Nerede? - Derviş Osman bak, ileride bize bakıyor! - İbrahiimm! - Sesimizi duydu elhamdülillah, geliyor! - !!! İbrahim’i uzaktan görünce ferahlayan Derviş Osman’ın aklına, İsmail Fakirullah hazretlerinin, daha bu sabah derste anlattıkları geldi: “İşin özü; eski cahiliye devirlerindeki âdetleri yapmamaktır. Allah’a, Resûlüne tam inanan ve onların yolunda giden mürşid-i kâmillerin yolunda olduktan sonra ne gam çekilir, ne de keder…” Başı, ağır bir yük taşıyormuş ve dolu bir arabada koşuluymuş gibi inip düşe kalka yol alıyordu Derviş Osman. Arkadaşı Molla Muhammed’i unutmuştu sanki, peşi sıra söylediklerini duymuyordu bile. Aldırmadı, yürüdü. Diz boyu uzamış yabani otları yara yara dereden karşı kıyıya geçti. Hiç durmadı, duvar gibi sel yataklarını aştı. Birkaç yüz metre ötedeki mahdumuna doğru; “Hay Allah iyiliğini versin İbrahim Hakkı, akşam akşam telaşlandırdın bizi” dedi, ilerledi. O da onları görünce gülümsedi… Kollarını açtı, yürüdü. Yıllar sonra, gurbetten dönmüşçesine sevindiler baba-oğul. İbrahim Hakkı, iki elini göbeğinin üzerinde kavuşturup hürmetle durdu önünde. Başı öne hafif eğik, gülümsüyordu sadece. Derviş Osman için için sevinirken, Molla Muhammed de yanlarına gelip selâm verdi. İbrahim’in hâl üzerine olduğunu anlamıştı. Anlamıştı da babasına hem de oğluna bunu nasıl anlatacaktı? Derviş Osman’ın aklı fikri mahdumu İbrahim’in üzerindeydi: - Oğlum tek başına ne yapıyorsun buralarda? - Hiç baba; semayı, yıldızları seyrediyordum! - Semayı mı? Yıldızları mı? - Ne bileyim her şey bana bir şeyler anlatıyor, farklı bir şeyler... Sizi de buralara kadar yordum, merakta bıraktım affedin beni. - Pek endişelendik oğlum! Seni göremeyince aklımıza neler gelmedi! - Dalmışım demek! - Peki ama yavrum onca zamandır hep yıldızları mı seyrediyordun? - Evet, çünkü adım İbrahim de ondan. Hazreti İbrahim aleyhisselâm da dağlara çıkar yıldızları seyredermiş seyrederken hep tefekkür edermiş. - Maşallah! Benim oğlum neler düşünürmüş de benim haberim yokmuş! Bu ne incelik, bu ne güzellik! - Yıldızları ovada da görebilirsin, niçin dağlara çıkıyorsun anlamıyorum! - Dağlar beni çağırıyor baba! Bilhassa bu dağ baba, çünkü bu dağ benim dağım! - Senin mi? - Evet benim dağım! Peygamber efendimiz Hira Dağı’na çıkarmış, Mûsâ aleyhisselâm Tûr Dağı’na çıkarmış, oralarda tefekkür ederlermiş! Bunun bir sebebi olmalı diye düşündüm. Peygamberlerimiz dağlara neden bu kadar alâka duyuyor bilmek istiyorum baba! - Peki anlayabildin mi? - Dağları anlamak; sanki bir sırrı kavramak, sanki bir sırrı yaşamak gibi bir şey baba... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.