"Senin baban âlimdi İbrahim hiç boş yere konuşmazdı..."

A -
A +
O hep “Mum, hem yanar hem de ağlar” derdi. Sen de aynısını hissetmişsin.
 
Hazret-i Mevlânâ, birçok hakîkat yolcusu gibi kendisini ve sözlerini yanlış anlayıp aktaran kimselerden çok bîzar ve bir o kadar da rahatsız olmuştur. Nitekim, doğru anlamak ve anlaşılmak husûsunda son derece hassastır. Ki, Mesnevî’sinin birinci cildinin mukaddimesinde (önsözünde) şöyle demekten kendini alamaz;
“Mesnevî, temizlenmiş kişiler için gönüllere şifâdır. Hüzünleri giderir. Kur’ân-ı kerîmi anlamaya yardım eder. Huyları güzelleştirir. Bunun için gönlü, kalpleri ve bâtınları ahlâk ve itikâd bakımından temiz, ince, narin ve hakîkate âşinâ olanlardan başkalarının Mesnevî’ye dokunmalarına, yaklaşmalarına ve mânâ bakımından temas etmelerine müsaade yoktur. Çünkü onlar Mesnevîdeki kıssaları ve şiirleri okusalar da mânâlarını anlayamaz ve ona nüfuz edemezler” buyurur.
Ayrıca böyle kimselere de aşağıdaki beyitlerde Allahü teâlânın kelâmına ve Peygamber Efendimiz’e olan mutlak itaatini ifade ettikten sonra bir îkaz mahiyetinde şöyle buyurmuşlardır:
 
Bu can bu bedende oldukça Kur’ân-ı kerîmin kölesiyim.
Ben Muhammed Muhtâr aleyhisselâmın toprağıyım.
Birisi sözlerimi, başka şekilde naklederse,
O kişiden de, o sözden de bîzârım.
 
Birisi sözlerimden, bundan başka söz naklederse, o kişiden de bîzârım, o sözden de… Ne yazdığından ziyade okuyanların ne anladığı mühimdir Molla İbrahim…
“Canım hocam benim yazma gayretimin önüne mumunu yakıp bırakıvermiş… ‘Karanlıkta yol alınmaz, çıranı eline al öyle yürü’ demek istiyor.”
Kitaplar, defterler ve hatıraları, hisleri arasında yoğun bir mesai harcarken kapının tıkladığını duydu, kulak kabarttı İbrahim Hakkı. Dışarıdan o müşfik ses:
- Molla İbrahim aç benim!
- Geldim emmi!
- Hocam da böyle ümit etmediğim zamanda kapımı çalardı. Demek gönül ehli olanların huyları hep aynı…
- Aynı gözeden testilerini dolduranların hâli yeğenim!
- Belî (evet)…
 
Murâdın anlarız ol gamzenin iz'ânımız vardır.
Belî söz bilmeziz ammâ biraz irfânımız vardır.
 
Birlikte sekiye doğru giderlerken bitmek üzere olan mumu alıp yeni mumu tutuşturdu İbrahim. Mum ışığı yüzlerinde titrerken amcası:
- Dedelerimiz; “mum dibine ışık vermez” derlerdi. Hakikatmiş meğer.
- Bak emmi; mum yanınca eriyor, tükeniyor, boncuk boncuk yaşlar döküyor, ağlıyor acısından. Ağlıyor ama aynı zamanda da yumuşuyor, eski sertliğinden hiç eser kalmıyor. İşte o zaman da etrafını nura gark ediyor. Yanmayan demek ki yumuşamıyormuş!
- Sebebi hikmeti bilinmez yeğenim ama baban sık sık söylerdi: “Mum, hem yanar hem de ağlar.” Sen de aynısını hissetmişsin.
- Babam nere ben nere emmi… Daha çok yiyeceğim aş, ekmek var. Babacığım şöyle de derdi: "Mum başka bir mumu yakmakla ışığından bir şey kaybetmez."
- O âlimdi İbrahim. Hiç boş konuşmazdı. Nicelerine ışık verdi, nurlandırdı. Kendinden de bir şey eksilmedi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.