"Bu yangını söndürecek su buralarda bulunmaz!.."

A -
A +
"Sen en iyisi Tillo’ya git. Hanımını, evini düşünme… O, bizim de evladımız..."
 
 
Sebebi tam anlaşılamayan bir tedirginlik içinde etrafı kolaçan ederek yürüyorlardı. Bacasında dumanı eksik olmayan sessiz evler, yıkık dökük harabeler… İbrahim, dalgın dalgın amcasının peşinde ilerliyordu. Yine bir sesle irkilerek baktı amcasına, o; bir şey duymamış olmalıydı ki; hiç tepki göstermedi. Ayaklarının ucuna bakarak yürüyordu hâlâ. İbrahim; adımlarını ağırlaştırırken sesin geldiği tarafa doğru döndü tekrar. Tek katlı bir evin duvar dibinde bir mübarek zatın kocaman beyaz kavuğu görünüyordu. Daha dikkat kesildi. O mübarek zat kendini gizlemiyordu, sadece biraz eğilmişti. Evet, bu aklından hiç çıkarmadığı muhterem hocası İsmail Fakirullah hazretleriydi. Kafasını uzatınca uzun sakalı, ak ve nurlu çehresi ay ışığı gibi ayan beyan fark ediliyordu. Bir iki saniye içinde göz göze geldiler. Yoksa ona mı öyle geliyordu. Heyecanlandı birden:
“Hocam!” diye öyle yüksek sesle bağırdığını sandığı sesini; amcası zar zor duyabilmişti.
- Ne oldu yine İbrahim?
- Bak emmi! İşte hocam! İsmail Fakirullah hazretleri!
- Hani, nerede?
- Bak; alçı badanalı duvarın önünde, beyaz elbiseler içinde bize bakıyor! Bak bizi tanıdı, tebessüm ediyor!
- Hay Allah! Benim gözlerimde ve kalbimde bir hastalık olmalı İbrahim, senin gördüklerini göremiyorum!
- Nasıl olur? Bak bak gidiyor! Kayboldu. Ah ah!
- Tamam İbrahim iyice anlaşıldı; seni çağırıyorlar!
- Nereye?
- Tillo’ya…
- Anlaşıldı iyice tutuşmuşsun! Hasretlik seni içten içe yakıyor! Bu yangını söndürecek su buralarda bulunmaz! Aras Nehri’ni Hasankale’ye akıtsalar yine yetmez! Sen en iyisi Tillo’ya git. Hanımını, evini düşünme… O, bizim de evladımız. İstediğin zaman gelirsin. İstersen alıp götürürsün de… Nasıl dilersen biz ona razıyız. Yeter ki sen huzurlu ol.
- Öyle mi yapsak! Ama ya Firdevs!
- Dedim ya o bizim!
 
Kimseyi hor görme; kim bilir ne derdi var?
İnsan bu; hayal ettiği müddetçe yaşar.
                  ***
“İnsan bazen hayallerinden kaçıp kurtulmak ister amma velakin asıl o zaman koşmaya başlar onların peşinden. Meseleler içinden çıkılmaz hâle geldiğinde zihninde uğultular, kulaklarda çınlamalar eksik olmaz. Her şey bitti sanıldığı anda bir kapı kapanır, yeni bir kapı açılır. Bir bakarsın ocağın dumanı ele verir duvarın çatlaklığını veya sızan ışığın hüzmelerinden anlarsın… Çeşmenin sızıntısından anlarsın duvarın tutmadığını veya çürük kısmını. Ahırdaki merkebin anırmasına, kapıdaki köpeğin havlamasına, kümesteki horozun ötüşüne, bacadaki leyleğin laklaklamasına, arının vızıldamasına pek uzaklardan cevap verilir şu veya bu şekilde. Karşılıksız değildir, ya da bir meselenin habercisidir her olup bitenler… ve hiçbir şey bu dünyada tesadüfen yaratılmamıştır.
Belki de en yakın dostu, bahçedeki zümrüt yaprakların arasından başını uzatmış masum birkaç çiçek ya da pencerenin önüne konan minnacık bir serçe… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.