"Âlimin talebesi de âlim olurmuş maşallah..."

A -
A +
"Ben onların taklitçisiyim arkadaşım! Âlim olmak için çok yol katetmemiz lazım."
 
Kafiledeki adam "Lisân-i leyyin de ne?" diye sorunca Molla İbrahim şöyle açıkladı:
- Yani yumuşak, mülayim konuşanlara hasret kaldık demek istedim. Samimiyet dilimizin dibindeyken fersah fersah ötede kalmış gibi burnumuzda tütüyor. Dost meclislerinde; bütün kalbimizle bulunamıyoruz! Büyük bir kısmımız geçim derdinde, onda da sınıfta kalmış, şaşkın şaşkın dolaşıyoruz ortalıkta. Hasretlik çekerken kızıyor, severken incitip küstürüyoruz insanları. “Aslında iyi insanlarız, bakmayın kibar hareketler yapmadığımıza, nazik konuşamadığımıza” diyemiyoruz, özümüz de içimiz-dışımız da pas tutmaya başlamış bey!
- Âlimin talebesi de âlim olurmuş maşallah.
- Sadece onların taklitçisiyim yol arkadaşım! Âlim olmak için çok yol katetmemiz lazım.
Söz de yol da uzadıkça uzuyordu…
             ***
Her mevsimi ayrı bir güzellikteydi lakin baharı başkaydı Tillo’nun. Dört taraftan hoş kokular yayılan bahçelerinde kuşların, bülbüllerin dinlemeye doyulamayan sevimli seslerinin işitildiği mümtaz bir yerdi. Dağların eteklerinden bağ bahçelere kadar her renkten mücevherler döşenmiş gibiydi. Zümrüt bayırları bir başka yamaçlar takip ediyor, öyle birbiri ardınca uzayıp gidiyordu. Üzerlerine konup kalkan çiçekler kadar renkli kelebekler, ayrı bir güzellik katıyordu etrafa. Sözün özü; bakmaya doyulmayan bir yerdi Tillo karlar eriyince. Türlü türlü meyve ağaçları, salkım salkım bağlar ile yalancı bir Cennet köşesiydi sanki. Hepsinden de mühimi; içinde İsmail Fakirullah Hazretleri gibi mübarek bir âlim ve gönüller sultanının olması, etrafına ilim irfan dağıtmasıydı.
İbrahim Hakkı’yı ta Erzurum’dan, sevdiklerinden koparıp getiren de bu ilim ehli mübarek zattı.
Öyle biriydi ki Erzurumlu İbrahim Hakkı, doğup büyüdüğü yerde ne kadar mesut olursa olsun, ne ata yurdunun taşını ve mis kokan toprağını, ne de ilim, irfan merkezi ve âlimler diyarı olarak bildiği Tillo’yu unutacaktı. Hayatı boyunca iki hasret onun içinde daima bir kor gibi kalacak, zaman zaman biri alevlenerek onu yakıp kavuracaktı.
Bir zamanlar tarihe vurulan medeniyet damgaları olan eşsiz güzellikteki konakları, eğitim yuvası medreseleri, gürül gürül akan çeşmeleri, ezân-ı Muhammediyyenin hiçbir devirde susmadığı câmileri unutmak kolay mıydı?
 
Güzel bakan güzel görür.
Gönlü rahat Hakka yürür.
             ***
“Elhamdülillah” deyip derin derin soludu İbrahim Hakkı. Tadını hiç unutmadığı Tillo havası ciğerlerini doldururken o, sevinçten uçacak gibiydi. Seneler öncesi bıraktığı gibiydi her şey. Hafif bir poyraz; kırlardan derlediği nane, kekik kokularını üfürüyordu üzerine üzerine... Adım başı her bir medreseden; arı kovanı misali gelen okuma uğultuları, üstlerinden uçuşan kuşların cıvıltıları duyuluyordu... DEVAMI YARIN 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.